felsefe taşı

KIRMIZI

KIRMIZI
Nisan 14
11:23 2020

Renklerin Dili’ne bu hafta, doğanın en canlı, en sıcak, en ateşli rengi ile başlıyoruz. Kırmızı ile… Güneşin doğuşu ile içimize canlılık katan, kalbimizin atışını hızlandıran, bizi hareketliliğe iteleyen, en büyük güç… KIRMIZI… Kimi zaman ateş, kimi zamansa güneştir kırmızı… Damarımızdaki kan, kalplerde tatlı bir heyecan… İşte biz de bu hafta, kırmızının sırlarına erişmek ve sizi kırmızıya çağırmak istedik. Tabii ki yolculuğumuz, insanlığın yaratıldığı o ilk dönemlere kadar uzanıyor. Hep beraber yaradılışın hikâyesine misafir oluyoruz…

Kutsal metinlere göre insanlığın ilk atası sayılan Âdem, kırmızı/ kızıl görünümlü bir insandı. Bazı yorumlara göre, bunun sebebi de, Makpela Mağarasının yanında bulunan Damascene tarlasındaki Hevron’un kırmızı kilinin bu yaradılışta kullanılması ve bu duruma atfen Âdem’e “kırmızı” anlamına gelen “Adom” denilmesidir. Araplar, insanları kırmızı ve siyah olmak üzere iki ırka ayırmakta ve kendilerini kırmızı ırktan saymaktadırlar. Gerçekte kırmızı olan tabii sadece Âdem değildi, antik dönemlerden itibaren kırmızı kutsal bir renkti ve antik tanrıların da çoğu kırmızı renkli olarak tasvir edilirdi. Çünkü hayat kutsaldı ve yaşam, güneşle başlıyordu. Gün doğumu, hayat demekti. Ve hayatın ilk rengi, kırmızı idi…

Yazısız kabilelerde de, gün doğumu ile başlayan kırmızının kutsallığı, pek çok alanda kendini göstermektedir. Kızılderililer tanrılarını kırmızıya boyarlardı ve kırmızı renk onlara göre dinsel bir renkti. Bir Arap kabilesi olan Himyerler, adlarını kırmızı renk anlamına gelen “ahmer” kökünden almışlar ve Mısır anıtlarında Araplar kırmızı renkle gösterilmişlerdir.

Öte yandan, Mısırlılar da kendilerinin kırmızı olduklarına inanmaktaydılar. Orta Afrika’daki Ndembu kabilesi ritüellerinde, kırmızı rengin ağırlıklı renk olduğu gözlenmiş ve kan ile bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Maya- Aztek uygarlıklarında da kırmızının yine benzer şekilde kan ile bağlantısı kurulmuştur. Asur belgelerine bakıldığında ise, kırmızı şarabın insan kanını temsil ettiği ve pişmanlık sunusu olarak takdim edildiği yer almaktadır. Afrika’daki yerli Vodun kabilesinde ise, heykellere takdim edilen keçi ve tavukların kanlarıyla ıslatılan renksiz elbiselerin, hem o heykele güç verdiğine hem de insanlar için hayati bir güce sahip olduğuna inanılırdı. Eski Mısır’da, durum biraz daha farklıydı çünkü kırmızı saçlı erkekler yakılıyor, külleri de Osiris’in mezarına serpiliyordu. Tıpkı kurban edilen öküzlerin kırmızı renkte olması gibi, kırmızı saçlı erkeğin de kurban edilmesi daha cazipti.

Ortaçağ’da da benzer şekilde kırmızı saçlı insanların genellikle kötü ve uğursuz sayıldıklarını görüyoruz. Yine enteresan bir bilgi olduğunu düşünüyorum ki; ölü bedeninin kirli ve tehlikeli olduğu düşüncesi Yunan ve Roma inançlarında da vardı ve ölenin ruhunun canlılarla iletişime geçmesini önlemenin de bir yolu bulunmuştu. Ölünün mezarına kül serpmek ve kanı temsil eden kırmız renkli nesneler bırakmak gibi…

Görüldüğü gibi, yazısız metinlerin olduğu dönemlerde, ilkel kabileler doğa olayları ile renkleri eşleştirmişler ve ona göre bir yaşam şekli benimsemişlerdir. Kırmızı da kan, yaşam, güneş ve yaradılış ile eş tutulmuştur. Peki; mitolojide kırmızıyı biraz inceleyelim mi? Şimdi sizleri Uzak Doğu’nun gizemli ülkelerinden birine, Çin’e davet ediyoruz. Çin mitolojisinde oldukça ilginç bir efsane dikkat çekmektedir. Kaderin Kırmızı İpliği efsanesi… Hikâyesine gelince…

Efsaneye göre, evlilik ve ay tanrısı olan Yue Xia Lao, birbirlerinin ruh eşi olan insanları, ayak bileklerinden, görünmez kırmızı bir iplikle bağlar ve bu kişiler eninde sonunda evlenirler. Japon inancında ise, kişiler birbirine serçe parmaklarından bağlıdırlar. Hatta bu efsaneyi konu alan bir şarkı bile bulunmaktadır.

Akad mitolojisine baktığımızda ise, bereket, aşk ve savaş tanrıçası olan İştar karşımıza çıkar. Savaşlarda kan dökülmesini sağladığı, insanların çatışmalarda kurban edilmesine sebep olduğu için kırmızı renk ile sembolize edilir.
Anadolu topraklarında ise, alkarısı denilen bir efsanevi karakter mevcuttur. Kuşaktan kuşağa aktarılan bir korku seansı da denilebilir aslında… Alkarısı; Türk, Anadolu ve Altay halk inancında loğusa dönemindeki kadınlara ve atlara musallat olduğuna inanılan yaratıktır. Efsanenin temeli Şamanizm’e kadar uzanır. İnanışa göre lohusaların ve yeni doğmuş çocukların ciğerleriyle beslenir. Alkarısından korunmak için çeşitli çarelerin olduğuna inanılır. Loğusa kadını yalnız bırakmamak, ışıkları sürekli yakmak, başucuna Kur’an koymak, yüzünü kırmızı örtüyle örtmek bunlardan bazılarıdır.

Görüldüğü gibi kırmızı ile özdeşleştirilen kötücül karakterler uzar gider… Savaş ve kan ile bağlantılı tutulan bu renk, insanları korkutmak için bin yıllardır epeyce etkili şekilde kullanılmış diyebiliriz. Peki, mitololojik dönemlerden sıyrılıp biraz daha ileri dönemlere gelecek olursak; kırmızı ne derece yaşamımıza girmiş acaba!

Hinduizmde, her bir toplumsal kastın bir rengi vardır ve içinde Buda’nın da bulunduğu kşatriya sınıfının rengi, kırmızıdır. Kurban ayinlerinden kalma bir renk olarak kabul edildiğinden, evlenen kadının evliliğine kendini adadığına temsilen, alnına “tilaka” denilen bir kırmızı nokta koyma âdeti vardır. Ayrıca gelinler, yeni hayata girişi sembolize etmek için kırmızı giyinirler. Çünkü kırmızı canlanmayı, enerjiyi ve hayat kaynağını temsil eder.

Oğuz boylarından olan Padarlar’da yas evinde siyah; ölen kişi genç ise, kırmızı renkli elbise giyilirdi. Dede Korkut hikâyelerinde, al ve kızıl, kadınlar için olumlu anlam içermekteydi. Bir şekilde kırmızı renk, cinsiyet olarak da kadınları temsil etmekte; hatta Anadolu’nun bazı yerlerinde, vefat eden kişinin tabutunun üstüne, ölen kişi kadın ise kırmızı bez; genç kız ise, kırmızı eşarp örtülmektedir.

Madem Türk boylarında, Anadolu’dan ve atalarımızdan bahsediyoruz; atasözlerimizden de bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Şöyle bir düşünelim; acaba kırmızı ile üretilen atasözlerimiz nelerdir? Al elmaya taş atan çok olur, Al gömlek gizlenemez, Al kiraz üstüne kar yağar geldi aklıma.. Peki deyimler! Al al olmak, Alı al moru mor, al giyen alınır ve tabii daha da çoğaltılabilir. Hem bir soluk almak hem de anımsamak için, Ayla Dikmen’den alyanaklım isimli şarkıyı dinleyelim mi?

Tabii ki al yanaklı olmak sağlıklı olmayı ya da utanıp yanaklarımızın kırmızı renge dönmesini çağrıştırıyor. Ancak kırmızının çağrıştırdığı bir başka önemli kavram daha var… Bayrak gibi.. Türk bayrağı gibi…

Türkler’de Tanrı Ülgen’in sembolü kabul edilen beyaz ile ateş kültüyle ilgili olduğu kabul edilen kırmızı, tarih boyunca önemli renkler olarak kabul edilmiş ve zamanla Milli Renkler halini almışlardır. Atalarımızın kanının da rengini alan bayrağımız tarih boyunca dalgalanmaktadır.

Madem kan dedik, bayrak dedik, bu iki kavramın bir arada olduğu ve tarih sahnesinde son derece önemli bir rolde karşımıza çıkan bir kurumu konuşmak isterim. Kızılay’ı… Kızılay ve Kızılhaç, kırmızının sağlık, yardım ve acillik hallerini yansıttığı belki de en güzel örneklerdir.

Görevi din, inanç, dil, ırk, toplumsal sınıf veya politik görüş farkı gözetmeksizin insan hayatı ve sağlığını korumak, insan varoluşunun saygı görmesini sağlamak, insanların acı çekmesini önlemek ve acılarını dindirmek olan bu uluslararası insani hareket, kırmızı rengi zihnimize olumlu şekilde kodlayan en güzel örnek sayılabilir.

Sağlık demişken, ambulanslardaki kırmızı ışık hiç dikkatinizi çekti mi? Acaba bunun nedenini hiç düşündünüz mü? Öyle ya, neden onca renk arasında ambulansta bu renk tercih edildi ki acaba!

Kırmızı ve mavi, bir arada iken oldukça enteresan bir ikilidir aslında… Kırmızı uzaktan rahatlıkla görülüp algılanabilen ilk renk iken, mavi de yakından bu özelliklere sahiptir. Böylece, ambulansın hem yakından hem de uzaktan rahatlıkla fark edilebilmesi için, bu zıt iki renk tercih edilmiştir.
Acaba benzer bir anlam trafik ışıkları için de geçerli mi? Öyle ya! Orada da kırmızı, sarı ve yeşil renklerinin seçilmiş olması, tesadüf olmasa gerek… Acaba bunun hikâyesi ne!

Yılar evvel Demir yolları idaresi kırmızı rengi, “dur” işareti olarak seçmişti çünkü bu renk asırlarca tehlikenin, tahribatın simgesiydi. “Geç” işareti olarak da, beyazı tercih etmişlerdi ancak ne var ki, bu renk yanılsamalara sebep oluyor ve kazalar meydana geliyordu. Sonunda demiryolcular çareyi buldular ve kırmızıyı “dur”, sarı rengi de “ikaz” anlamında kullandılar çünkü sarı renk, en göz alıcı renkti. 1914 yılında, bu uygulamayı Garrett Morgan geliştirerek karayollarına uyarladı. 1923’ten itibaren de, kırmızı, sarı ve yeşil günümüzdeki haliyle kullanılmaya başlandı.

Gerçi sarıyı ikaz anlamında değil de, bizim sürücülerimiz geç işareti olarak da algılayabiliyorlar maalesef… Neyse… Bu apayrı bir konu… Kırmızı rengin, tehlike ve tahribat anlamından bahsetmişken, hepimizin aşina olduğu bir uyarı sözcüğünü de kullanmak lazım bence… Hatta tam zamanı gibi.. KIRMIZI ALARM… Neden kırmızı alarm diyoruz da türkuaz alarm ya da menekşe rengi alarm demiyoruz? Biz de bunu araştırdık!

Yabancı filmlerde, kırmızı alarm verilince, insanların panik halde sağa sola kaçıştıkları ve yetkililerin de çare bulma derdine düştükleri sahneler, eminim ki hepimizin hafızalarında vardır. Nedenine gelince… Renkler üzerine yapılan deneyler ve araştırmalar gösteriyor ki, kırmızı renk fiziksel anlamda hareketliliği, dinamizmi; duygusal anlamda ise, azim ve kararlılığı ifade etmektedir. Bir nevi gücün ve azmin simgesidir. İnsanı harekete geçirir ve insanın hareketli olmasının istendiği durumlarda da kırmızı rengin kullanılması uygun görülür. E haliyle bir deprem, savaş hali, saldırı pozisyonu, tsunami uyarısı, kısacası kaçılması ve hızla hareket edilmesi gereken durum varsa, en uygun renk sembolü “kırmızı” olmalıdır.

Kırmızının kan akışını hızlandırdığını da düşünecek olursak, kırmızı alarm ile hem telaşlandırıp hem de insanı hızlı bir kaçışa teşvik etmek en mantıklısı gibi görülüyor. Şimdi aklıma geldi de, yine film sahnelerinde, acil bir durum olunca, devletin üst düzey yetkilileri kırmızı telefon ile görüşmeler yaparlar. Hele hele bir savaş durumu söz konusu ise, o telefon bihayli aktiftir. Demek ki, aciliyet, tehlike, uyarı, gizlilik faktörleri söz konusu olunca da kırmızı etkileyici bir sembol olabiliyor. Gelelim kırmızı çizgimize… Hepimizin bir kırmızı çizgisi vardır, öyle değil mi? ( çizgiyi geçen dayağı yer)

İşte kırmızının en çarpıcı anlamlarından biri daha… Yasak, dayanılabilinecek, katlanılabilecek son nokta… Kırmızı çizgiyi geçeninse vay haline! Çizgiyi geçmek demişken, 1998 yapımı İnce kırmızı hat filmini hatırlar mısınız? 2. Dünya Savaşı sırasında yaşana olayları anlatan muhteşem bir savaş filmiydi. Her an tehlike, ölüm korkusu, huzursuzluk, kaçış, kan ve savaş hallerinin olduğu filmde neden “ince kırmızı bir hat” tanımının kullanıldığını sanırım anlamışsınızdır…

Madem 2. Dünya Savaşı’ndan bahsettik, birinci Dünya Savaşı’nı anmanan geçmek olmaz. Peki bizimle yani kırmızı ile ilgisi ne? Hiç “Kırmızı Baron” ya da “Kırmızı Şövalye” lakabını duydunuz mu?

Kırmızı Baron, yani Manfred von Richthofen, 1. Dünya Savaşı sırasında 80’den fazla düşman uçağı düşürerek kahraman ilan edilmişti. Günlüğünde yazdığına göre, bir gün can sıkıntısından uçağını kırmızıya boyamış ve bu renk sayesinde farkında olmadan düşmanları üstünde psikolojik baskı kurmuştu. Kırmızı uçağı sayesinde, çok uzaklardan bile fark edilmiş ve büyük bir ün yapmıştı. Karşılaştığı düşman uçaklarını önce düelloya davet ediyor, adil bir çarpışmanda sonra da düşürüyordu. Hatta öyle ki, bazı pilotların sırf onunla çarpışmamak için, uçaklarını yere çakıp intihar ettikleri iddiası bile ileri sürülmüştü. İşte, hem kırmızı renk uçağı hem de yarattığı tehlike, kan ve ölüm izlenimlerinden dolayı, savaşın Kızıl Şövalyesi, Kırmızı Şeytanı ve Kızıl Baronu ilan edilmişti.

O kadar ünlü bir isimdi ki, hayatını anlatan bir biyografik eser, 7. Sanatta da karşımıza çıktı ve 2008 yılında “Kızıl Baron” ismiyle vizyona girdi. Tabii sinema demişken, Türk sinemasında da kırmızının karşımıza çıktığı çok önemli bir film vardır. Selvi boylum Al Yazmalım… 1977 yapımız Atıf Yılmaz’ın ünlü eserinde, güzeller güzeli Türkan Şoray ve Kadir İnanır başroldedir ve bir aşk hikâyesi, herkese büyük bir ders vererek sonlanır. Ancak filmin son sahnesi kadar, al yazması ile Türkan Soray’ın, aşık olacağı adama yani Kadir İnanır’a rastladığı ilk sahne de unutulacak gibi değildir…
( Al yazmalı ilk sahneyi ver)

Dünya Sinemasını irdelediğimizde kırmızının çok özel bir anlamı var aslında…
Sinemada bir sahnenin izleyici üzerindeki etkisini arttırmak için sadece kelimeler yeterli olmaz. Filmin geçtiği atmosfer de sahnenin etkisini izleyicide hissettirmek açısından oldukça önemlidir. Özellikle bir filmdeki renk kullanımı; hem karakterlere daha derin bir boyut katması, hem de izleyicinin nereye odaklanacağını göstermek açısından çok değerlidir.
Kırmızı, kana renginin vermesi sebebiyle, şiddetin vurgusunu en net biçimde ifade eden renklerden biridir. Sinemada şiddetin güçlü bir temsili olan kırmızı rengi, bugüne kadar hafızalarımızda yer edinen birçok film sahnesinde karşımıza çıkar.

Wouter Sessink‘in hazırladığı bir video; iki dakika boyunca kırmızı rengin, şiddetin bir temsili olarak sinemada nasıl bir şekilde yer aldığı konusuna parmak basıyor.

Oldukça etkileyiciydi, öyle değil mi? Biraz tedirgin ediciydi bile denebilir… O zaman bu tatsız enerjiden kurtulup biraz sevgi enerjisini içimize yükleyelim. İnanmayacaksınız ama bunun için de kırmızı gerekecek, nasıl mı? Lütfen zihninizde hemen Sevgililer gününü canlandırın. Etrafta gördüğünüz renk genelde hangisi? Balonlarda, çikolatalarda, dükkânlarda hangi renk hâkim o gün?

Yine yapılan araştırmalarda görüyoruz ki, Kalp atışını hızlandıran, tutkuyu, hızı ifade eden bu renk, aynı zamanda toplumsal anlamda sevgi ve aşk kavramlarını da çağrıştırıyor. Kırmızı renkteki nesnelerin daha büyük ve yakın görünüyor olması da bunda etkili olabilir elbette ama sanırız ki çok daha derin sebepleri var. İsterseniz öncelikle Sevgililer Gününün ortaya çıkışına göz atalım, sonra kırmızı renk ile bağlantısını konuşalım.

M.S. 3. yüzyılda Roma İmparatoru 2. Claudius, ordusunu güçlendirmek için genç erkeklerin evlenmesini yasaklamıştır. Rivayete göre, bu yasağa karşı gelen Aziz Valentine, gizli nikâhlar düzenleyerek gençleri evlendirmeye devam etmiştir. İhanetin karşılığını canıyla ödeyen Aziz Valentine, M.S. 270 yılında 14 Şubat’ta idam edilmiştir. Bu nedenle her yıl 14 Şubat’ta Sevgililer günü kutlanmaktadır. 14 Şubat, 1800 yıllarda Amerikalı Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana, çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü çok fazla önem kazanmış, sevgililer günü tüm dünyada ticaretin canlandığı bir dönem haline gelmiştir. İşte tam da bu noktada kırmızı renk devreye girmiş ve kırmızının dikkat çekici özelliği, olayı farklı bir boyuta taşımıştır. Kırmızı güller sevgi ve aşkı sembolize ettiği, kırmızı balonlar oldukça dikkat çektiği, kalbimiz kırmızı renkte olduğu ve bu renkteki iç giyim kıyafetleri tutkuyu çağrıştırdığı için, Sevgililer günü kıpkırmızı bir hale gelmiştir.
Komançe dilinde, yani yerli Amerikan kültüründe kırmızı kelimesi aynı zamanda daire anlamını da içeriyor. Yani içinde her şeyi barındıran anlamı da aynı zamanda kırmızının kelime açıklamalarından biri… E bu durumda birbirine bu denli zıt kavramları bünyesinde barındırmasına da şaşırmamak gerekir demek ki…
Pekâlâ, yolculuğumuza hız kesmeden devam edelim o halde… Mesela kırmızı boyanın hikâyesinden başlayalım mı?

Eski Ahit’te kırmızı, günahın rengi olarak bilinse de antik dünyanın seçkinleri için kırmızı,zenginlik ve statünün sembolüydü. En güzel tonlarda kırmızı boya bulmak için büyük paralar harcanıyordu. Hernan Cortes ve Güney Amerika’yı fetheden İspanyollar, bugünkü Mexico City’deki pazarlarda bu canlı ve dikkat çeken renkle karşılaştı. Bu boya, genellikle kaktüslerde yaşayan kırmız böceği adı verilen kabuklu bitin ezilmesiyle ortaya çıkıyordu.

Kırmızı boya o kadar dikkat çekti ki, hızla tüm Avrupa’ya yayıldı. Ruj yapımından tutun da pek çok alanda mucizeler yaratan bu renk, sanat dünyasına da bomba gibi düştü. Etkisi o kadar fazlaydı ki,“Aziz John’un Kanı” adlı boyadan on kat daha kalıcı, Ermeni kırmızısından ise kilo başına 30 kat daha verimliydi. Caravaggio’nun “Aziz Thomas’ın Kuşkuculuğu” eserinde, Rubens’in “İsabella Brandt” tablosunda, Villalpando’nun “Şeytan’ın kandırmaya çalıştığı Aziz Rose” resminde kırmızı, dikkat çekiyordu… Tam da olması gerektiği gibi… ( etkisiokadar doyasındaki resimler konacak)

Kırmızı boyadan bahsetmişken, özellikle son dönemde karşımıza çıkan Hint dizileri furyasından da aşina olduğumuz bir kırmızı boya durumu var. Hani evli kadınlar, alınlarına kırmızı boya sürüyorlar. Anımsadınız mı? Peki neden? Ya da şöyle soralım, Hindistan’da demek ki evli kadınları betimlemede kullanılan bir renk, peki, diğer ülkelerde hangi anlama geliyor acaba!
Hint kültüründe kırmızı, güç anlamı içerdiği kadar farklı birçok anlamı da içinde barındırır Korku ve ateşin simgesi olmasının yanı sıra sağlık, güç, saflık, verimlilik, baştan çıkarma, aşk, güzellik ve bir kadının evli olduğunun göstergesidir. Evli bir kadın, eline yaktığı kınadan ve saçının eline sürdüğü sindurdan anlaşılır.

Güney Afrika’da ise, yas olduğu zaman kırmızı renk kullanılmaktadır. Aynı zamanda bayraklarında da bulunan bu renk şiddet ve kurban edilmeyi de sembolize eder. Burada kurban edilen kişi, bağımsızlığı için mücadele etmiş olandır.

Tayland geleneğine göre, haftanın her günü belli bir renk için ayrılmaktadır. Kırmızı, Pazar gününün sembolüdür ve o gün doğan Suyra adından bir güneş tanrısı ile ilişkilendirilir. Her yıl, Suyra’nın doğduğu gün, Tayland’da geleneksel olarak kırmızı giyilir. BU saygının timsalidir. Çin kültüründe kırmızı, geleneksel olarak yeni yıl zamanı giyilirken; cenazelerde ve düğünlerde de bu renk revaçtadır. Kırmızı kutlamadır ve anlam olarak da insanlara şans, mutluluk ve uzun bir ömür getirdiğine inanılır .

Bizim kültürümüzde ise, canlılık, hareketlilik, güç, azim ve bağımsızlığın simgesidir. Madem ülkelerden bahsediyoruz, Çin’deki oldukça hoş ve ilginç bir gelenekten de bahsetmek isterim. Kırmızı Zarf geleneğini hiç duydunuz mu?
Çin kültüründe kırmızı zarf ya da kırmızı paket olarak bilinen bu kırtasiye malzemesi Çin yeni yılı süresince insanların birbirine verdikleri bir hediyedir. Özellikle Çin yeni yılı arifesinde şirketler, oteller, giyim markaları, restorantlar kendi tasarladıkları kırmızı zarfları piyasaya çıkarırlar. Aynı zamanda evlilik, doğum, mezuniyet vb. önemli olaylarda da kırmızı zarflar kullanılmaktadır ve iyi ve güzel şansı sembolize etmektedir.
Çin yeni yılı süresince bu kırmızı zarflar genellikle evliler tarafından bekârlara verilir. Ayrıca çalışan bekârların kendi anne ve babalarına, büyük, emekli akrabalara, kuzen ve yeğenlere kırmızı zarf vermesi de gelenekler arasındadır. Evlilik törenlerinde misafirler, yeni evlenen çifte hediye olarak kırmızı zarf içinde para hediye ederler. Kırmızı zarflar ayrıca Çin yeni yılında gösteri performansı sunan aslan dansçılarına bahşiş vermek için de kullanılır.

Kırmızı zarflar iki elle verilir ve alınır. Genellikle kırmızı zarfı alan kişi karşı tarafa bunun karşılığında Mandarin portakalı takdim eder. Saygıdan ötürü kırmızı zarfı alan kişi, zarfı ancak kendi evine gittiği zaman açar.
Biraz da Türk kültürüne göz atalım bence… Öyle ya kına gecelerinde, anma törenlerinde, sevgililer ile planlanan özel günlerde hep kırmızı hâkim olan renktir. O halde yavaş yavaş hepsinden biraz bahsedelim derim ben… Mesela anma törenleri… Yakalara takılan kırmızı karanfillerin bir sebebi olmalı, öyle değil mi? Üstelik sadece Türkiye’de de değil, pek çok ülkede kırmızı karanfil, anma törenlerinde kullanılır! Acaba neden!
İşte kırmızı karanfilin anlamı;

Hikâye bu ya; karanfilin hikâyesi…
Artemis avlanmaya çıkar kötü bir gündür eli boş döner.
Ormanda flüt çalan genç bir çobana rastlar
ve çobanın müziğiyle hayvanları kaçırdığını düşünür.
Çok kızar, genç adamın gözlerini oyup yere atar…
Çobanın masum olduğunu anlar, öfkesinin kurbanı olmuştur tanrıça.
Pişmandır ama yapabileceği bir şey yoktur…
Çobanın gözlerinin düştüğü toprakta ise iki çiçek açar kan kırmızısı iki karanfil…
O gün bugündür kırmızı karanfil dökülen masum kanın simgesidir…
Binlerce yıldır masumiyeti sevgiyi güzelliği haksızlığı pişmanlığı barındırır kırmızı karanfil.
Erdemdir, parayla satın alınamaz…

Çok hüzünlendik, biraz konuyu değiştirelim, mutlu anları paylaşalım. Mesela kına gecelerine, evliliğin ve hayatı birleştirmenin arifesine gelelim. Evet, hepimiz masumiyetin simgesi olan beyaz renk gelinliği tercih ediyor olsak da, kına gecelerinde kırmızı bindallı her zaman revaçtadır. Peki bindallı neden kırmızı tercih edilir?
Bindallı, kökeni Osmanlı dönemine kadar dayanan ve günümüze kadar orijinal haliyle gelmiş bir giysidir. O dönemde bindallı, gelin tarafından önce kendi düğününde gelinlik olarak, sonra da başka düğünlerde elbise olarak giyilirdi. Şekil olarak kaftana benzeyen bindallı, genellikle üzerinde çiçek, dal ya da yaprak motifleri taşır ve ayaklara kadar uzanır. İpekli, kadife ya da atlas kumaştan dikilip genelde kırmızıdır. Eski Türk kültüründe, kırmız renk güney yönü ve kadın cinsiyeti ile özdeş tutulurdu. Ayrıca ocak, ev, dirlik anlamı da vardı. Kim bilir belki de yuvayı dişi kuşun yapması, yeni bir başlangıç, taze kan, yeni hayat anlamlarının birleşimi olsa gerek, bindallılar da genellikle kırmızı tercih edilir.

Öyle ya da böyle her genç kızın hayali evlilik değil midir ki! Peki ya çocukluk hayallerimiz… Sizi bilmem ama ben çocukken ilkokula başlayıp kırmızı pabuç sahibi olmayı çok ama çok isterdim. Fiyonklu kırmızı ayakkabılar… Oldum olası çekici gelmiştir bana… Sonrasında konuştuğum çoğu arkadaşımda da aynı hayalin olduğunu öğrendim. Ya kırmızı arabaya ne demeli? Erkekler çoğu ilk arabalarını kırmızı spor araba olarak hayal etmezler mi? Ya da Hollywood ünlülerinin hayallerini süsleyen şey kırmızı halıda yürümek değil midir? Görüyorsunuz ya; aslında pek çoğumuzun düş dünyasında kıpkırmızı dilekler var.
Kırmızı ayakkabı demişken; Papa’nın kırmızı ayakkabı giydiğini fark edeniniz oldu mu acaba! İ.Ö. 5 yüzlerde Roma’daki antik bir mezarda resmedilen kırmızı çizmeli rahip resmi, bize bu konuda büyük bir ipucu vermektedir. Sonraki yüzyıllarda, Romalı asiller kırmızı ayakkabılarıyla övünür hale gelmişler, Hıristiyanlığın gelişinden sonra da kırmızı giyme geleneği Roma senatosundan “Kutsal Senato, Vatikan Senatosu”na geçmiştir. Günümüzde de, kırmızı pelerinleri ve ayakkabılarıyla, oldukça dikkat çektiklerini kabul etmeliyiz.

Gelelim bir başka vak’aya… Yeni atanmış Amerikalı Kardinal Edward Egan’ın başında, Roma’daki atanma töreninden eve döndüğü 2001 yılında, kırmızı ipekten gösterişli bir başlık vardı ve bu başlık, Papa’nın onu kilisenin prensi yaptığının göstergesiydi. “Kırmızı neyi simgeliyor?” diye soran New York muhabirine Kardinal, “inancını korumak için ölümü bile göze alabilecek kadar arzulu olduğunu ifade ettiğini” söylemişti.
Hıristiyan din adamlarının kırmızı düşkünlüğü, Ortaçağ dönemine kadar uzanır aslında… Ama gariptir ki; aynı çağda ucuz kadınlara, scarlet woman-kızıl kadın denirken; kardinallerin giydiği şapkaya da scarlet hat- kırmızı şapka yani kardinal şapkası deniyordu. Sizce de burada ironik bir durum yok mu!

Buradan da anlaşıldığı gibi, kırmızı, Hıristiyan din adamları için oldukça anlamlı bir renk olarak kabul ediliyor. Peki, Vatikan’dan ayrılırken yolumuzu Çin topraklarına çeviriyoruz. Uzak Doğu’nu bu çekici ülkesinde, kırmızı renk ile ilgili dikkatinizi çeken bir detay oldu mu? Ne bileyim! Kızıl bir yıldız mesela!

Beş köşeli kızıl yıldız, sosyalizm ve komünizmin simgesidir. Beş köşe, emekçilerin beş parmağını ve aynı zamanda beş kıtayı temsil etmektedir. Az bilinen bir yönü de yıldızın beş köşesinin toplumu sosyalizme taşıyacak ve onu koruyacak beş farklı sosyal grubu temsil ettiğidir. Ve bunlar: gençlik , ordu, sanayi işçileri, tarım işçileri ve entelijansiya yani komünizme ulaşmak için fikir üretmesi gereken sınıftır. Kızıl yıldız, aynı zamanda Kızıl Ordu’nun da bayrağıdır ve Sovyetler Birliği bayrağında da orak ile çekicin üstünde yer almaktadır.

Sovyetler Birliği, çekiç ve orak ve tabii kırmızı… E tabii ki, bunca sembolün bir arada olmasının bir sebebi ve hikâyesi de olacak. Şimdi hep beraber 1917 yılına, Kırmızı Devrim’e gidiyoruz.

Rus Devrimi, Bolşevik Devrimi, Ekim Devrimi, Kızıl Devrimi gibi çeşitli isimlerle anılan Bolşevik İhtilali, Fransız İhtilali’nden sonra dünya tarihinin en önemli ihtilali olarak gösterilmektedir. 1721 yılında kurulup, 1917’deki Rus Devrimi‘ne kadar var olmuş olan Rusya İmparatorluğu’nun, Sovyetler Birliği olarak “süper güç” haline gelmesini sağlayan en önemli olaydır. Dünya’ daki tüm başkaldırılarda olduğu gibi bir ezilmenin sonucu ortaya çıkan bu patlak, nedenleri ve sonuçlarıyla tüm Dünya’yı etkilemiş; bir dönemin ipi çekilmiş ve yeni bir rejimde dünyanın ilk Marksist İşçi İmparatorluğu olan Sovyetler Birliği doğmuştur.

Vladimir Lenin iktidara geldiğinde bir amblem yarışması düzenlendi. Kazanan amblemde bir orak, bir çekiç ve bir de kılıç bulunuyordu. Amblem, Bolşevik Devrimi’nin bir parçası olan sosyal grupları temsil ediyordu. Ancak Lenin, fazla saldırgan bulduğu kılıcın sembolden çıkarılmasını istedi. Böylece Sovyetler Birliği’nin bayrağı da oluşmuş oldu.

Sovyetler Birliği demişken; her ne kadar artık Rusya Federasyonu olmuş olsa da, bu topraklardan başlayarak çeşitli ülkelerdeki kırmızı mimarilere biraz göz atalım mı? Zira gerçekten son derece ilginç yapılara rastlamak mümkün… E tabii Rusya denilince eminim ki, sizin de ilk olarak aklınıza kızıl meydan gelmiştir. Hikâyesine göz atalım mı?

15. yüzyılda Kremlin’in duvarları tamamlandıktan hemen sonra yapılan Kızıl Meydan, tarih boyunca idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitinglere sahne olmuştur. Meydana zaman içinde çeşitli adlar verilmiş olsa da bugünkü adı, 17. yüzyılın ikinci yarısından beri sürekli olarak kullanılmaktadır. Rusça’da “kızıl”ın karşılığı olan krasnaya sözcüğü, eskiden, “güzel” anlamına da geliyordu. Kim bilir belki de büyüleyici güzelliğinden dolayı, bu şahane yere kızıl meydan dediler.

Yine bir başka güzellik olan Kızıl Kale ise, Hindistan’daki Delhi şehrinde yer alan tarihi bir kaledir ve 1857’ye kadar, 200 yıllık bir süre boyunca, Babür hanedanının imparatorlarının ana ikametgâhı olmuştur. İmparatorları ve ailelerini barındırmaya ek olarak, Babür devletinin tören ve siyasi merkeziydi ve bölgeyi etkileyen olayların merkezinde yer almaktaydı. Bu tarihi kırmızı bina o kadar dikkat çekicidir ki; Hindistan başbakanı, her yıl Hindistan’ın Bağımsızlık Günü’nde yani 15 Ağustos’ta, kale ana kapısında Hint “üç renk bayrağını” kaldırır ve surlardan ulusal bir konuşma yayınlar.
Japon topraklarına misafir oluyoruz şimdi de… Birbirinden güzel tapınaklara bakacak olursak, ağırlıklı rengin kırmızı olduğu da hemen fark edilecektir. Fushimi İnari tapınağı, onlardan sadece biri… Kırmızı renkteki kapıların hikâyesine gelince…

Kırmızı kapılar, şirket sahiplerinin, işlerinin rast gitmesi için Tanrı İnari’ye yaptıkları bir tür adak aslında… Bambudan yapılan her bir kapının üstünde bağış yapanın ismi yazıyor. Pirinç Tanrısı İnari’ye adanan bu tapınağın bir diğer önemli simgesi ise tilkiler… Tilkilerin, Tanrı İnari’ye haber getirdiğine inanılıyor. Yol boyunca kırmızı kumaş pelerinli tilki heykellerini görmek mümkün… Tilkilerin bazılarının ağzına ise mektup rulosu yerleştirilmiş durumda…

Uzak Doğu’da hakikaten oldukça mistik ve ilginç kırmızı tapınaklara rastlamak mümkün. Gerek Japonya’da gerekse Çin’de sıklıkla karşımıza çıkabiliyor. Acaba bunun ezoterik astroloji ile bir alakası olabilir mi? Şimdi bu da nerecen çıktı demeyin! İçinizde astroloji ile ilgilenenler var ise, renkler ile bağlantısını zaten biliyorsunuzdur ama bir de ezoterik astroloji söz konusu…. Ve burada hem ülkeler hem de renkler işin içine fazlasıyla giriyor. Biraz kırmızıyı bu anlamda inceleyelim mi?

Güneş doğudan yükseldiğine göre, doğuyu başlangıç noktası kabul edersek, başlangıç yeri kesinlikle Çin olmalı… Koç burcunun yöneticisi Mars’tır ve Mars dövüş sanatlarını yönetmektedir. Bilindiği gibi, Japonya’da ve Çin’de, dövüş sanatları bir ruhsal disiplin yoludur. Marsın rengi olan kırmızı da, bu topraklar da kutsal bir renktir. Komünizm ile yönetilen ülkelerden olan Çin’in, kızıl bayrağı ve üstündeki beş köşeli yıldızı da oldukça anlamlı sayılabilir aslında… Zira kabalistik açıdan beş köşeli yıldız, Mars’ın sembolüdür.

Çok derinlere indik sanırım, bu kulvardan çıkalım derim ben… Mesele kırmızı renk ve markalar arsındaki ilişkiyi konuşabiliriz. Acaba kırmızının daha hangi gizemlerini keşfedeceğiz!

İletişimde uyarı, tehlike ve alarmı simgeleyen bu renk; insanı eyleme geçirdiği gibi, hızlı karar vermeye de iten bir güce sahip olduğundan, reklam uygulamalarında zemin olarak değil, vurgu yapmak için kullanılmalıdır. Tabii ki, reklam cezası ödememek için şimdi markaları burada sizlere veremeyeceğiz ancak lütfen etrafınızda karşılaştığınız, reklamlarda gördüğünüz markaları şöyle hızlıca gözden geçirin. Sanırım sizler de kırmızının ne kadar çok kullanıldığını ve ilgiyi üstüne nasıl çektiğini göreceksiniz. Hadi size bir kopya vereyim… Fast food yiyecekler satan yerleri düşünelim! Sizce bu bir tesadüf olabilir mi?

Hem kırmızıdan hem de yiyeceklerden konuşunca acıktım tabii ki… Acaba kırmızının acıktıran bir özelliği de olabilir mi?! Neyse bu konuyu bir kenara koyalım artık ve Renkterapi konusuna kısacık göz atalım…

İşte sert, cesur, enerjik, hırslı ve tutkulu insanları tanımak için ideal bir yol: Kırmızı giyinen ve yaşamına kırmızıyı fazlasıyla sokan insanları takip edin  Renkterapiye göre, kırmızıyı seçen insanlar, yaşamı dolu dolu hissederler ve tüm zevkleri bir an evvel ve peşpeşe tatmak isterler. E tabii ki, bu da kişide ciddi bir yorgunluğa yol açacaktır. İşte bu yüzden de sağlıklarını düzenli olarak izlemeleri önerilir. Diğer yandan kırmızı, iş anlamında sağlam bir konsantrasyon sağlayıp, konunun derinine inmelerine yardımcı olur ancak bu bireyler için, “o an” önemli olduğundan geleceğe yönelik planlarla pek ilgilenmezler. Savaşçı ruhları ve meydan okumayı seven tavırlarıyla da her ortamda kendini fark ettirmeyi başarırlar. Kırmızıyı sevmeyenler ise; rahatını bozmak istemeyen, hayal kırıklıklarından bıkmış, barış ve güvenliği öncelikli tutan kişilerdir.

Görüyorsunuz ya, giydiğimiz kıyafetin, seçtiğimiz aksesuarların, evimizdeki eşyaların rengi ile bile, kişiliğimize dair ipuçları verebiliyoruz. Bu da iyiymiş… Eşyalar demişken; içinizde fen şui’yi duyanlar var mı acaba! Hani bir ara ciddi bir furya olmuştu ve herkes evini fen şuiye göre düzenlemeye başlamıştı – ki ben de bunlardan biriyimdir – E o halde kırmızıyı bir de bu noktadan ele alalım mı?

Kırmızı renk, ateş elementini temsil eden en güçlü fen shui rengidir. Canlı kırmızı renk, evlere sevinç, heyecan ve enerji getirir; ancak tabii uygun biçimde kullanılırsa… Ateş, ilahi enerji sembolü olduğundan; hem yaratıcı hem de yıkıcı olabilir. Dekorasyon içinde kullanılan kırmızı renk, her zaman lüks ve zenginlik belirtir. Ancak çok fazla kullanımı huzursuzluk, öfke patlamaları ve aşırı uyarılmaya sebep olur. Evin güney yönünde kullanılırsa, mükemmel bir denge sayılabilir. Yine aynı şekilde evin güney batı ve kuzey doğu yönleri de ideal kabul edilebilir.
Ben de nerede yanlış yaptım diyordum… Demek ki, kırmızıyı kullanırken dozuna dikkat edeceğiz ve araştırmalarıma göre, mümkün olduğunca da çocuk odalarında da kullanmayacağız. Pekâlâ; rüyada kırmızı görmek ne demektir, hiç düşündünüz mü? Biz bunu da araştırdık…

Rüyada kırmızı renk görmek, heyecan verecek, kalbin adeta yerinden çıkacakmışçasına hızlı çarpmasına neden olacak, rüya sahibinin hayatın renklerini fark etmesini sağlayacak duygular yaşanmasına işaret eder. Tabir yerindeyse eğer, kış ortasında baharı yaşamak anlamına gelir. Rüyada kırmızı renk, rüya sahibinin yüreği olarak değerlendirilir. Kişi, kendisini yeniden doğmuş gibi hissedeceği kadar güzel bir sevdaya tutulacak ve bugüne kadar hiç kimseye hissetmediği kadar özel duygular hissedecektir. Ama ben rüyamı ille de kötümser bir tavırla yorumlayacağım derseniz, onun da cevabı var tabii… Bu durumda da kırmızı, rüya sahibini çok kızdıracak ve biri ile yumruk yumruğa getirecek kadar hararetli bir olay yaşanacağına delalet eder. Yani bir anlamda öfkeyi sembolize eder…

Öfke demişken… hani yıllardır konuşulan , tartışılan meşhur bir konu vardır. Kırmızı renk boğayı gerçekten kızdırır mı? Tabii ki, defalarca bu konu işlendi ama hazır konu kırmızı iken, biz de bir iki cümle ile yorum yapmak isteriz…
Boğalar, kırmızı renge sinirlenmezler. Aslında boğalar, kırmızı rengi ayırt dahi edemezler; zira bütün sığırlar, kırmızı-yeşil renk körüdür. Boğaları saldırıya geçiren muletanın rengi değil, hareketidir.

Boğaların kırmızıya sinirlenip sinirlenmediğini test etmek üzere, meşhur bir belgesel kanalında, harika bir deney düzenlemişlerdir. Bu deneyde, maketten 3 matador kırmızı, mavi ve beyaz renklerdeki muletaları arenada tutmaktadırlar ve yapılan bütün denemelerde, boğaların 3 renge de aynı derecede saldırdığı görülmüştür. Ne zaman ki muletalar dalgalandırılacak olursa, işte o zaman boğa, renk farkı gözetmeksizin saldırıya geçmektedir. Bu da, boğaların kırmızı ya da diğer herhangi bir renge değil, en fazla hareket eden cisme saldırdığını göstermektedir. Önemli olan renk değil, harekettir.

Görüldüğü gibi, kırmızı ile ilgili yanlış bildiğimiz çok sayıda bilgi mevcut aslında… Son olarak edebiyatta kırmızıdan da birazcık bahsetmek isteriz. Öykülerde, roman, şiir ve masallarda kırmızı ne kadar da önemli bir semboldür öyle değil mi?

19. yüzyıl Amerikan Romantik edebiyatının en önemli ismi Edgar Allan Poe, gotik geleneğin devamı kabul edilen modern kısa öykülerinde, korku unsuru yaratmak için kızıl, kırmızı ve şarabi imgeleri kullanırdı. Ortaçağın korkulu belası veba salgınını anlattığı öyküsü Kızıl Ölüm’de Poe, bu büyük felaket sonucunda oluşan kızıl lekeleri ve kanlı ölümleri simgelemek için göz alıcı kırmızının ölüm saçan dehşetini kullanmıştı.

Fransız Realistlerinden Stendhal’in Kırmızı ve Siyah adlı klasiğinde, KIRMIZI yaşamı, gençliği, öfkeyi, otoriteyi, entrikayı, ihtirası, hırsı ve Julien’in girmek istediği Fransız ordusunu sembolize ediyordu. Romanda, Julien Sorel, kızıl tutkularından karanlık bir ölümün hüzünlü kollarına sürükleniyordu.
Peki ya Kırmızı Başlıklı Kız… Grimm Kardeşlerin en sevilen masallarından biri olan Kırmızı Başlıklı Kız masalı, büyükannesine yemek götürmek için ormandan geçmek zorunda olan küçük bir kızın kurtla olan hikâyesini ve mücadelesini anlatmaktadır. Masalda, annesinin ördüğü kırmızı başlıklı bir pelerinle dolaşan küçük kızın şapkasının rengiyle simgelenen bilinçdışı; bir çocuğun büyümesi için farkına varması gerekli olan yetişkinler dünyasının tehlikesini ve bu dünyaya karşı çocuğun göstereceği enerji ile cesareti simgelemektedir.
Tabii ki Kırmızının hikayesi uzar gider ancak benim kalemime bunlar takıldı. Yepyeni bir renkte görüşmek üzere…

Kaynakça : RENKLERİN DİLİ BELGESELİ – KANAL B

4.773 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • BEYAZBEYAZ Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler; demiş Özdemir Asaf… Ne kadar anlamlı, ne kadar doğru… İşte biz de bugün, Renklerin Dilinde, beyazın o özel dünyasına […]
  • İyiler de kazanır … Ken Loach ve “ümit etmek” üzerine !İyiler de kazanır … Ken Loach ve “ümit etmek” üzerine ! Metin ve Kemal Kahraman’ın gönlünden dökülen eserdeki gibi; “Çılgın zamanlarda yaşamak bize düştü Ölümün acımasızlığı her zamankinden beter Gidenler Gelenler Düşenler Ah zamanın […]
  • Kader mi? İlahi takdir mi? Yoksa…Kader mi? İlahi takdir mi? Yoksa… Kader üzerine çok tartışılan bir konu malum. Hele ki bugün Soma faciasının yıldönümü nedeniyle yapılmış bir konuşmayı okudum da bu satırları yazasım geldi, kısaca "Her şey Cenab-ı Hakkın […]
  • Nasıl?Nasıl? Keşke bilsek! Neyin ne zaman ve nasıl olacağını yani... Çoğu yaşamsal kavramın ya da kimi zaman "kaza" denebilecek yaşantıların kendi içinde hazırlık süreci olsa da bilincimizin ve […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Nisan 2024
P S Ç P C C P
« Mar    
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

Arşivler