Son Okuduklarım – 17

*HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR ” Can pazarı ” ( 504 sayfa )*
Yine harika bir Hüseyin Rahmi Gürpınar kitabı. Her kitabı gibi tavsiye ederim. Güncel gözlemleri, olaylara mizahı ,zekayı katarak yaklaşımı, karakterleri, edebiyatı…
Mutlaka okunmalı.
Bu kitapta da mizah, çeteler,güncel olaylar, harika karakterker, randevuevi, buraya düşenler, hırsızlar, eşlerin birbirini aldatışları…
Kısaca günlük yaşamda olabilecek her şey var.
Kitaptan alıntılar,
– İnsanı bahtsız eden şey, kendi bencilliğidir. Her birimiz isteriz ki dünyanın mihveri² kendi isteğimiz üzere dönsün. Aleminki perişan olsun, yalnız kendi emellerimiz gün görsün. Dünya densizliklerimizin esiri kalsın, biz hür yaşayalım.
– “Bu dünyada her şey adının zıddıyla adlandırılır oğlum. Bilmem nenin adını ‘badısaba¹ koyduklarını bilmez misin? Bizde eğri büğrü sokaklara ‘doğru yol’, akmaz musluklara ‘kırk çeşme, horhor, selsebil’ demezler mi? ‘Mesut’ isimli bedbahtlar, ‘İffet’ adlı fahişeler, ‘Nevres” namında ihtiyarlar, ‘Firdevs’ denilen cehennemlikler, açlıktan intihar eden ‘Servet’ efendiler, mankafa ‘Zeki’ beyler, divane ‘Akif’ler ve bunun gibi daha fazlası yok mudur? Bu adının zıddıyla adlandırılanlar, hayatta üzerinde durulacak âdeta derin bir felsefedir.
*ROGER ZELAZNY ” Işık Tanrısı” ( 342 sayfa )*
Okumanızı tavsiye ederim. Oldukça farklı ve harika bir bilimkurgu romanı. Belki bilimkurgu demek yanlış olabilir, fantastik edebiyat, mitoloji ki özellikle Hint mitolojisi ile kurgulanmış bir kitap.
Gelecekte, insanlık başka bir gezegene göç etmiştir. Bu gezegende teknolojiyi ellerinde tutan koloni liderleri, Hint mitolojisinden esinlenerek kendilerini tanrılar ilan ederler. Ruh transferi ve beden değiştirme teknolojisini kullanarak ölümsüzleşmişlerdir.
Ana karakter *Sam*, diğer adıyla *Buddha (Buda)*, bu düzene karşı çıkan bir muhaliftir. Kendisine tanrılık rolü biçenlere karşı çıkar, onların hükmünü yıkmak için hem teknolojiyi hem de felsefeyi kullanır. Bilinç, özgürlük ve ilahiyat kavramlarını sorgulayan bir mücadeleye girer.
Roman; bilimkurgu ile mistisizmi, teknolojiyi dinle iç içe geçirir.
Tanrılar ve insanlar, güçler dengesi savaşlar. Ölüm, Yaşam ,Buddha,Sıddharha ve diğerleri.
Tanrılaşmış insanlara tanrıdan müdaheleler.
Bazı dövüş sahneleri var ki, düşen taşları, birbirine çatpan kılıçları duydum satırlar arasında .
Kitaptan alıntılar,
– Hoş, hakikat dediğin nedir ki? Anladığın neyse hakikat de odur.
– Gerçeklik budur işte: Adsız olmak.
– Ayrıca fark ettim ki, imbiğin yeniden keşfini de bastıramamışsınız, deneseniz bile. Böylece siz de, tapınaklarda ödenebilen bir alkol vergisi koydunuz acele.”
“İnsanoğlu içerek azat olmaya çalışmıştır hep,” dedi Brahma. “Dinsel törenlerinin bir yerinde her zaman onun ortaya çıktığı görülür. Bu şekilde daha az suçluluk duyulur. Doğru, başlangıçta onu örtbas etmeye çalıştık, ama bunu yapamayacağımızı da kısa sürede anladık. Dolayısıyla içkilerini, vergilerine karşılık olarak, burada kutsatabilirler. Daha az vicdan azabı, daha az akşamdan kalmalık, daha az dalaşma; gerçekten de psikosomatik, haberin olsun; ayrıca vergisi de pek yüksek sayılmaz.
– Bir düş gördü.
Koşuyordu.
Gölgesi önüne düşmüştü ve o koştukça gölge büyüyordu.
Gölge artık onun değil, sanki tuhaf bir yaratığın hatlarını taşımaya başlamıştı. Aniden, gölgesinin, peşinden gelen yaratığınki tarafından yutulduğunu anladı: Yakalanmış, bastırılmış ve alt edilmişti.
Derken korkunç bir panikle dolu bir an yaşadı, orada, kaçmakta olduğu o kör düzlükte. Birdenbire, bu yeni gölgenin de kendisine ait olduğunu fark etti.
Onu izleyen felaket artık peşinde değildi.
Kendi kendinin felaketi olduğunu anlamıştı.
Sonunda kendini yakalayabilmiş olduğunu kavrayarak haykırmak istedi, ama sadece kahkahalarla güldü.
Yine uyandığında yürüyordu.
Cehennem Kuyusunun çarpık duvar yolundan yukarı yürüyordu.
– Zekâsı sık sık duygularıyla çatışır, istenci ihtiraslarıyla… Ülküleri çevresine ters düşer ve eğer onların peşi sıra giderse, eskiyi nasıl yitirmekte olduğunu yüreği sızlayarak görür. Ama onların peşi sıra gitmezse bu kez de yeni ve soylu bir düşü yüz üstü bırakmanın acısını duyar. Ne yaparsa yapsın, bir kazanç ve bir kayıp, bir kavuşma ve bir ayrılık hissedecektir. Gidenlerin ardından yas tutar ve yeni olandan korkar. Mantığı geleneğine ters düşer. Duyguları, diğer insanların ona zorladığı kısıtlamalara karşı çıkar. Bunların sürtüşmeleri sonucunda ise, senin insanoğlunun laneti dediğin ve hor gördüğün şey doğar: Vicdan!
– Herhangi bir usta hipnozcu, kişinin kendi gözündeki imgesiyle oynayabilir. Bir Vasfın tezahürü müdür? Tabii ki değil. Herhangi bir kişinin sahip olabileceği her melekeden daha güçlü ve daha dakik makineler tasarlayabilirim. Tanrılık öylesine kendin olabilmek özelliğidir ki, senin ihtirasların evrensel güçlere denk düşer ve seni görenler telaffuz edilmeden bile bunu bilirler. Çok eski bir ozan dünyanın yankılarla ve benzerliklerle dolu olduğunu söylemişti. Bir başkası, her adamın, yaşamına hükmetmiş güçlere denk işkenceler çekmek zorunda kaldığı cehennem üzerine uzun bir şiir yazdı. Tanrı olmak, önem taşıyan bu olguları özbenliği içinde özümseyebilmek ve onları var olan diğer her şeyle bir uyum içinde tutabilmektir. Sonra, kişi ahlakın, mantığın, estetiğin ötesinde rüzgâr olur, deniz, dağ, güneş ya da yıldız olur; bir okun uçuşudur, bir günün bitişi, bir aşkın kavrayışı. Kişi belirleyici ihtiraslarıyla hükmeder. Tanrılara bakanlar adlarını bilmeden der ki o zaman, ‘O Ateş’ti. O Dans’tı. O Felaket’ti. O Aşk’tı. Demek ki, sorunun yanıtına dönersek, onlar kendilerine tanrı demiyorlar. Ancak diğer herkes bunu böyle diyor, onları gören herkes.
*MAZHAR Ş.İPŞİROĞLU ” Bozkır Rüzgarı Siyah Kalem ” ( 118 sayfa )*
Güzel bilgiler öğrendim ama en önemlisi Siyah Kalem’i öğrendim.
İyi ki oğlum almış bu kitabı .
Önsözden
” Siyah Kalem, doğacı sanatı hiç tanımamıştı, onun sanatı animist bir dünya görüşünden kaynaklanıyordu. Animizm inancına göre her şeyin bir ruhu vardır ve her şey gizemli güçlerin yönetimi altındadır. Bu güçlerden arınmış nesnel dünya anlayışı, Yeniçağ’da bilimsel düşüncenin yerleşmesiyle ortaya çıkar. Siyah Kalem’in dünyasıysa bir büyü dünyasıdır ve bilimsel düşünceden önceki aşamada, mitler çağına özgü düşüncenin yarattığı bir dünyadır. Siyah Kalem, insanlarla ruhlar arasında aracı olmayı üstlenir, o yalnız sanatçı değil, büyücüdür de. Bilim-öncesi-düşünce deyimi bu kitapta bir anahtar kavram oldu. Bu kavramdan hareket ederek, Siyah Kalem sanatını soyut bir müze objesi olarak değil de, sosyal ortam ve bağlantıları içinde görmeye çalıştım ve bu sanatın işlev ve amacını daha belirgin biçimde kavrama olanağını buldum. ”
Evet buraları okurken hayretle kitabı elimden bıraktım şöyle bir durdum. Siyah Kalemi ben hep kara kalem çalışması mantığıyla düşünüyordum.
Cahilliğimin derinliği yine bir okuma da ortaya çıktı. Zaten insan okudukça ne kadar cahil olduğunu anlamıyor mu ?
Kitabın içinde biraz daha ilerleyince bir çok defa gördüğüm çizimlerine bir kez daha baktım ve bu çizimleri görmeme rağmen çizeni kim hiç bakmamışım dedim.
Kitabın içinde ciddi bir albüm var ve çizimleri, çizimin içindekiler anlatılıyor.
Kitaptan alıntılar,
– Üstad Mehmed Siyah Kalem’in yaşamı ve kimliği bilinmiyor. Tarih kaynaklarından hiçbiri ondan söz etmiyor. Gerçek adı bile belli değil. Kimi resimlerin üstüne “Kârı Üstad Mehmed Siyah Kalem” (Üstad Mehmed Siyah Kalem’in işi) yazılmış. Doğu’da sanatçının kendisini “üstad” diye tanımlaması olağan değildir. Ayrıca bu adın, sanatçının kendi eliyle, resimlerin belli bir köşesine attığı bir imzadan çok, gelişigüzel şuraya buraya, hatta kimi zaman resimlerine ters düşecek biçimde çiziktirilmiş olması, bu yazının, resimlerin kaydı yapılırken sonradan eklenmiş olduğunu düşündürüyor. Nitekim ismin başındaki “kâr” sözcüğü de bunu kanıtlıyor. Bilindiği gibi siyah kalem ya da kara kalem deyimi, renk kullanılmayan belli bir resim tekniğini tanımlar. Renkli oldukları halde bu resimlere bu adın verilmiş olması, çizginin alışılmadık bir anlatım gücü göstermesinden ileri gelmiş olabilir. Demek ki genellikle Ortaçağ’da görüldüğü gibi, burada da, adı sanı belli olmayan bir sanatçının yapıtları ile karşılaşıyoruz. Bununla beraber sanatçıya sonradan verilen bu takma ad benimsenmiş ve sanat tarihine böylece yerleşmiş bulunuyor.
– Burada yer alan her şey görünmeyen gizli güçlerin etkisi altındadır. Bu yüzden Siyah Kalem, resimlerinde nesnelerin dış görünümünü vermekle yetinmez, bütün Ortaçağ sanatında olduğu gibi, onun sanatı da “görünen” de “görünmeyen”i arar, öze yöneliktir. Görünmeyen “öz”e Ortaçağ felsefesinde “Substanz” cevher ya da Platon felsefesinin terimiyle “Idea” deniliyordu. “Öz” kavramını çağdaş sanat ve felsefe de benimsemiş bulunuyor. Bugün sezgi ve “intuition” sözcükleriyle öze inen bir kavramadan, bir özgörü (Wesensschau) yeteneğinden söz ediyoruz. Doğadan yapılan resim, saptanmış bir bakış açısına bağlıdır ve resmi yapılanın tek bir yanını, bütünün sadece bir parçasını verir. Oysa üçboyutlu bir nesne çok yanlıdır; çok yanlılık o nesnenin özü gereğidir, ondan soyutlanamaz. Siyah Kalem duyularla algılanan görünümden hareket etmiyor. Öze ulaşabilmek için, algıladığını düşüncesinde parçalıyor ve onu yeniden kuruyor. Burada doğacı sanatın organik biçimlendirmesine karşıt bir kurmacılıktan, konstrüksiyonculuktan söz edilebilir. Çağdaş sanatın bir deyimiyle bir tür “kavram ressamlığı” (peinture conceptuelle) karşısındayız. Görüneni bize yabancılaştıran, öze yönelen, görünmeyeni görünür, kavranamayanı kavranır kılan bir kavram ressamlığı.
– Siyah Kalem’in insanları, aşırı bir gerilim içindedir. Bilinmeyen fakat her an gelebileceği sezilen bir tehlikeyi bekler gibidirler. Bakışları çivi gibi, yüzleri donmuştur. Çok defa korku ve öfke karışımı bir şaşkınlık içinde görünürler. Maskeye benzeyen bu yüzlerde, bireysel duygulardan çok kuşku, korku, kaygı gibi, herkeste ortak olan, insan varlığından sökülemeyecek temel yaşantılar dile gelir.
– Bizim burada demon kılığına giren insan, yani cinle büyücü arasında yaptığımız ayrım, Siyah Kalem için önem taşımıyordu. Animizm dünyasında cansız bir varlık yoktur. Her şeyin ruhu vardır. Bu ruhlar, her yerde, özellikle doğa güçlerinde belirirler: Yağmurda, rüzgârda, dağda, tepede, bitkide, hayvanda ve insanda… Pagan insan, ruhların kutsal varlığını resim ve maskeyle saptayarak kendi gücü altına almak ister. İlkel düşünceye göre maske, dört tarafta dolaşan ve bir türlü huzur bulamayan başıboş ruhların barınağıdır; görünmeyen ruhlar maskede belirir ve görünür hale gelir. Bu yüzden maske takarak kendisini gizleyen büyücü o ruhla özdeşleşir. Artık insan gibi konuşmaz, o ruhun sesiyle çığlıklar atar. Siyah Kalem açısından, ruhla ruhu çağıran büyücü arasında kesin sınır olamazdı, sadece bir geçit olabilirdi. Nasıl ruhlar insana benziyor ve insan gibi davranıyorlarsa, Siyah Kalem’in insanları da ruhları büyülerken demon kılığına girerek onlarla özdeşleşiyorlar.
– Siyah Kalem’in inanç dünyasında demonlar önemli bir yer alırlar. Korkunç yüzleri, dışarıya fırlayan sivri dişleri, boynuzlan, postları, çoğu kez ucunda bir canavar başı olan uzun kuyruklarıyla bunlar hayal gücü yaratıklarıdır. Kaynağını Hint Budizminde bulan canavar imgesinin etkisi olmadan bunlar düşünülemezdi. Ama bu hayal yaratıkları, Budizm dünyasında eşine rastlanmayan bir gerçeklik kazanırlar Siyah Kalem’in resimlerinde. Siyah Kalem’in demonları büyük dinlerin etik görüşlerine yabancı olan animist bir inancın ürünleridir. Bu nedenle bunların ne Budizmin iyi ve kötü ruhlarıyla, ne de Hıristiyanlığın ve İslamlığın melek ve şeytanlarıyla ortak bir yanı vardır. İyi ve kötünün ötesinde olan bu varlıklar, yer-gök ayrımı yapan bir düşünceyle kavranamaz. Bu grotesk fakat güçlü varlıklar, ruhların barınağı olan bir dünyada gizemli doğa güçlerini demonlaştıran ve aynı zamanda onları dizginlemeye çalışan bir pagan hayal gücünün ürünleridir. Burada karşılaştığımız inanç dünyasının Orta Asya halklarında yaygın bir din olan Şamanizmle yakın ilintisi olduğu söylenebilir.
Okumak sağlıklıdır…