felsefe taşı

Şeb-iArus’tan ne öğrenebiliriz?

Şeb-iArus’tan ne öğrenebiliriz?
Aralık 26
09:48 2019

17 Aralık 2019 Salı günü Hz. Mevlana’nın Hakk’a yürüyüşünden 746 yıl sonra kendisini ve tüm dünyayı etkileyen yaşam felsefesini andık. İşte böyle bir şey, gönüllere nüfuz eden büyük bir insan olabilmek, akılları ve gönülleri fethedebilmek…
Hayatta en büyük korkunun ölüm korkusu olduğunu hepimiz bilirken, bu gönül sultanı, tevhid eri, hakiki insan, öldüğü günü düşünün ki bir düğün gecesi yani Şeb-i Arus ilen edebiliyor.
Neden? Çünkü ölüm denen beşeriyatı korkutan bu olgu, onun için bir odadan bir başka odaya geçerek, ölümsüz ve sonsuz olan ruhunun dünya yaşamından sıyrılarak onu Allah ile buluşturmasından başka bir şey değil. Hz. Mevlana gözlerini kapadığı vakit bu 3 boyutlu fiziksel varlık planından sıyrılarak ten kafesinin sınırlamalarından özgür bir şekilde her şeyin sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah ile ile buluşacağını biliyordu.
Zaten zihnen be bilinç olarak vahdedi vücudu hal etmiş, her baktığı yerde Allah’ı gören böyle bir bilincin, enerjetik olarak da ölüm sonrasında Allah’ın nuruyla vuslata varmasından doğal ne olabilir ki? Zaten boşuna böyle bir insana da Hazret denmiyor. Hazret kelimesini bir azizlik makamını yakıştırmak için kullanan İslam öncesi inanç sistemlerinin tersine, bizde Hazret huzurda olan demektir. Huzurdan kastım, Allah’ın huzurunda olmaktan başkası değil
Kendi adıma konuşursam, bir Hz. Mevlana bilincine ve gönlüne sahip olmaktan uzak olduğum için benim gibi ham bilinçlerin Şeb-i Arus’tan neler öğrenebileceğine bir bakalım isterseniz.
Şarkıda bahsedildiği gibi hayat iki bilet, biri doğum diğeri ölüm. Hz. Mevlana’nın dediği gibi de bu iki göz kırpış arasına yaşam diyoruz.
İnsan olarak doğmak biz insan yapıyor mu? Yapıyorsa, o zaman bu kavga, dövüş, hırs, kibir içinde yaşayıp giden insanın hali ne?
Hani insanlık anlamında iyi, doğru ve güzeliz belki, ama güzel ahlaka sahip olmanın ötesinde yüksek bilince sahip miyiz? BEN’den BİZ’e geçebildik mi? Geçtiysek sadece Yaradan’dan ötürüvermeyene verebiliyor, gelmeyene gidebiliyor, sevmeyeni sevebiliyor muyuz?
Veyahut yaşam denen bu mucizeler tiyatrosunda kendi yaşam amacımızın, Hinduların o swadharma dedikleri varlık sebebimizin farkında mıyız? Farkındaydak her nefeste, her gün bu varlık sebebimize uygun mu yaşıyoruz? Bu sorunun algılandığından emin olmak için bir alt kümeden soru soralım ki pekişsin izninizle. Allah göstermeye şimdi, bu an vefat etseniz, yapamadıklarınızdan ötürü pişman mı ölürsünüz, yoksa her günü yaşam amacınıza uygun yaşamaktan gelen bir tatmin ile mi?
Sadece varlık sebebimizi bilmek ve buna göre yaşamak bile bencillik, eğer bu hayalimiz ya da varlık sebebimizi bile putlaştırdıysak. Putları sakın putperestlerin taptıkları biblolar sanmayın. İnsanların da tüm bağımlılıkları, obsesyonları putlarıdır; bazıları için makam, mevki, payedir, bazıları için gösteriş, bazıları için cinsellik, bazıları için mal ve mülk… İnsanın putları bitmez.Neyi bırakamıyor, neye sağlanıp kalıyorsa, o putudur. Zıtlıkların ahenkli kozmik dansı üstüne bina edilmiş bu hayat tiyatrosunda her şey DENGE, ÖLÇÜLÜLÜK ve AHENK ile ilgili. Bu 3 erdemi hakkıyla yapan yaşam ustasıdır. Kendi içinde barışı olan, içsel dengesini tesis etmiştir. Ne sefada ne de cefada dışarıya davranışlarında dengede olan, ölçülüdür. Hayatın sinüs eğrisiyle de formülize edilebilen yukarı yönlü sinüs eğrisi içinde yukarı çıkış itkisiyle de insanı dibe vuran düşüş etkisiyle de bir sörfçü gibi her an uyumlu olan zamanın ve evrenin ruhuyla (zeitgeist)ahenk içindedir. Kısaca dünyada dünyayı yaşarken her nefeste nirvanasını arayan, başka bir anlatımla seyri süluğunda ilerleyen insan olmak en güzeli.
Konuyu yavaş yavaş toparlayayım…
Haydi diyelim ilahi hakikatleri (dharma) bile öğrendik, “biliyorsan neden öğretmiyorsun?” Sümer atasözüyle hicvedildiği gibi çevrenize kendi kabımız kadar ışık saçabiliyor muyuz? Işık saçsak bile bunu karşılıksız, sebepsiz, menfaatsiz yapabiliyor muyuz?
Bir gün son nefes anında Azrail ile karşılaştığımız an bence en önemli sorular şunlar olacak…
Yeterince karşılıksız sevdim mi?
İyi, doğru, güzel, adil ve arif davranarak hakiki insan olabildim mi?
Sende olanı madden ve ruhen kabın kadar paylaşabildim mi?
Evet dostlar. “Dünyadaki en büyük korku nedir?” sorusuna insanlar “ölüm!” diye cevap verseler de bu korkuyu kendilerine BURAK ATI yapmaktan acizler.
Düşünsenize tek bir hayatınız var ve bir başkasının hayatını yaşamak ister misiniz? Yapamadıklarınızdan ötürü diğer aleme pişman gitmek ister misiniz? Öldüğünüz zaman ardınızdan özlem ve sevgiyle sizi ananlar mı bırakmak istersiniz veyahut “dünya bir pislikten daha kurtuldu” diyen insanlar mı? Hayatınızda biyolojik olarak çocuk yapmanın ötesinde insanlara umut, sevgi, ilham aşılayan eserler mi bırakmak istersiniz, yoksa sıradan yaşayıp kendinizi bile bilmeden ölmek mi?
Sanırım hepimiz kendini bilerek, ilahi sırları öğrenerek, kendini geliştirerek ve çevresine ışık saçarak, küçük ya da büyük ama anlamlı eserler vererek yaşamak ve bütüne hizmet etmiş olmanın tatmin, mutluluk ve huzuruyla göçmek ister. İşte o zaman herkes kendi Şeb-i Arus’unu yaşayabilir. Zira ölüm denen olgu, yaşamın sonsuzluğu içinde bir varlık planından diğer bir varlık planına geçmekten farklı değil ki ölümsüz olan ruh için.
Ölüm bir gün gelecek elbet ve Azrail kollarını “hoş geldin” diye açtığında nasıl yaşamak istediğinizi düşünün dostlar. Cenaze töreninizde insanların sizin için neler söylemesini istediğiniz düşünün ki, bu tek hayatı nasıl yaşamak istediğinizi bulun ve bilin.
Ölüm kaçınılmaz bir olgu. Hatta ölümün gölgesinde yaşanan bir hayat bu hayatı anlamlı kılıyor. Elbette ki çoğu insan bilimkurgu filmlerindeki gibi Avatar 2045 Projesiyle, Ölümsüzlük 2050Projesiyle ya da bilincin sanal dünyaya kopyalanması vesilesiyle beden hapishanesinin sınırlarından kurtularak ölümsüz yaşamayı isteyebilir. Ama ölüm denen olgu olmasa tekamül bu kadar hızlı olamazdı ki. Sonsuz bir hayatı yaşasak bile bilinç evrimini gerçekleştirmedikten sonra tekamül edemeyiz. O yüzden ölümden kaçış, kurtuluş değil. Zira yaşam dünya hayatı ile sınırlı değil.
O zaman hemen şimdi, içsel eleştirmenimizi bir kenara atıp fikirden fikre atlayan odaklayamadığımız maymun zihnimizi odaklayarak her zaman ruhumuzun sesini bize fısıldayan o beyefendi ve nazik sese, içsel sesimize kulak verelim. Ne için yaşamak istiyorsun? Sonsuz imkanların olsa nasıl bir hayat sürerdin? Çocukken en büyük hayalin neydi?
Boşuna mı sanıyorsun, Hz. Mevlana Mesnevi’sineDİNLE diye başladı?OKU denmişti, ama OKUDUN mu? Okumaktan kastım, evrenin ilahi ve görünmeyen mesajlarını kendi içine dönerek ve sana ayna tutan insanlarve olaylardan okudun mu diye sorabilmek? Dinle derken deiçten ve dıştan gelen tesirlerle kalbine nakşedilen ilhamları dinledin mi diye hatırlatma yapmak…
“Aşağısı yukarısı, yukarısı aşağısı gibidir” demiş Hermes Trismegistus. Bir ayağı yerde, bir ayağı gökte madde ve mana aleminin çocuğu olan, yeryüzünün halifesi olarak eşref-i mahlukat olarak adlandırılan sen, kendi içinde dürülü ilahi hakikatleri fark et artık. Tüm emanetler dağa taşa değil sana yüklenmiş durumda. Sadece hatırlaman lazım.
Bunun için de tek yol dışarıya değil kendi içine bakmak güzel kardeşim. Kardeşim diyorum, çünkü bizler okyanustan gelen farklı kaplar içinde özünüve kaynağını unutmuş damlalar olarak geldiğimiz kaynaktan ötürü ruhsal anlamda zaten kardeşiz.
CERN’de bahsedilen Tanrı parçacığı nedir biliyor musun? Senin o ölümsüz ruhun… Fani, toprak bedenine can veren o ruhun. Her şey onda saklı, fark edebilirsen elbet.
Kıyam et artık, yani ayağa kalk. Sen çok değerlisin, yeterlisin ve sevilmeye layıksın. Kendini bil ama sakın haddini bilmeyi de unutma. O zaman mana kanatlarınla yeniden doğacak ve henüz yaşarken uçacaksın.

1.655 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Mağara Devrinden Bu Yana İnsanlığın Sağlığı Nasıl Korundu?Mağara Devrinden Bu Yana İnsanlığın Sağlığı Nasıl Korundu? Dünyanın en eski ilacı 110 yaşında ise daha önce nasıl tedavi oluyorduk? diye düşünüyordum... Gerçekten tek tedavi yöntemi Ortodoks Tıbbı dediğimiz bu gün ki tıp mıdır? İnsan odaklı […]
  • Mesnevi ve etkin dinlemekMesnevi ve etkin dinlemek Bu hafta 17 Aralık 2015 Çarşamba günü tevhid erbabı, gönül sultanı, mana eri Mevlana Celaleddin Rumi’nin Sevgilisine kavuştuğu gün olarak adlandırdığı Şeb’i Arus yani “düğün günü”nün […]
  • İhtiyarlara Yer Yok!İhtiyarlara Yer Yok! İnternetin yararlı olduğunu da unutmamalı. Ondan sadece eğlence amacıyla istifade edenler için zor olsa da. Doğrusu internetin yararlı bir araç olduğunun giderek unutulması düşündürücü. […]
  • SARMAL…SARMAL… Yeteri kadar içmiştim Günün ağırlığı üzerime çökmüştü Son bir gayretle kalkmaya çalıştım. Olmadı. Masaya tüm ağırlığımı verip Bir kez daha denedim. Günün ağırlığı ve benim ağırlığım […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Nisan 2024
P S Ç P C C P
« Mar    
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

Arşivler