felsefe taşı

Kimliğinizi Görebilir miyim, Lütfen?

Kimliğinizi Görebilir miyim, Lütfen?
Haziran 22
14:20 2016

Ben Adana’da doğdum. Eski Adliye binasının önündeki şimdi restore edilip, Kültür Müdürlüğü yapılan binada. Hem de binanın tam içinde, ikinci katında doğdum, annem öyle tercih etmiş. Adana’nın küçük bir ilçesi olan Saimbeyli’de yaşayan dedem, bana bebekken ölen kendi kızının ismi konulunca çok sevinmiş. Tarihe çok düşkünmüş ve bu ismi Şah İsmail’in hayatını okurken bulmuş, her ne kadar şimdi Starbucks’ta bunun isim olduğunu kabul ettiremesem de: “Hanımefendi, isim yazmak zorundayız!”. Taçlı Şah İsmail’in iki karısının da ismiymiş. Tüm bunların keyfi ile dedem nüfus cüzdanımı Saimbeyli’de çıkartmış, doğum yerimi de Saimbeyli yazdırarak. Saimbeyli, eski adıyla Haçın, bin küsur yıllık geçmişi ve doğal güzellikleri ve dahası aile geçmişimiz ile doğulması Adana’dan çok daha prestijli bir yer diye düşündüğü kesin.

Ben nüfus cüzdanımda yazan “Doğum yeri: Saimbeyli” yazısıyla uzunca bir süre barışamadım, Taçlı ismini çok sevsem de hep Trabzon, Adana, Çankırı… demek zorunda kaldım. Annesi ve babası hukukçu olan, iyi okullarda okuyan, babası milletvekilliği yapmış bir çocuktum. Tarihi güzel bir ismim de vardı. En büyük hayalim ileride büyük bir yazar olmaktı. Doğum yerimin Saimbeyli yazacak olması büyük bir zıtlıktı. Liseden sonra giderek bazı hayallerim ertelenirken, bu konu da gündemden düşmeye başladı. Üniversiteden sonra, çalışmaya başladığımda doğum yerimin Saimbeyli yazdığını uzunca bir süre unuttum.

Yalnız bu arada görmüştüm ki, Saimbeyli’de değil, Adana’da doğduğum yazsa da fark etmeyecekti. İstanbul, İzmir gibi daha havalı doğum yerleri vardı. Adana’da doğmak da o kadar prestijli değildi. Sonra İstanbul’da doğduğumu varsayalım, bunun Paris’i, New York’u vardı ya da “Babam diplomattır, ben Rio’da doğmuşum” hepsinden daha havalı bir doğum yeridir. Sonuçta doğum yerini havalı yapmanın sonu yoktur. Doğduğumuz, yaşadığımız yer, hatta ailemizin yaşadığı yer yaşamımızın bir yerinde mutlaka bir rol oynar. Coğrafi kimliklerimiz çeşitlidir, etnik kimliğimizi de belirler: Saimbeyli, Adana, Türkiye, Asya… Bir kaç kuşaktır Amerika’da yaşayan bir öğrenciye, çekik gözlü olduğu için ısrarla ‘aslen’ nereli olduğu konusunda soru soran bir meslektaşımı anımsıyorum. Öğrencinin gizlemeye çalıştığını düşünüyor ve alaycı bir şekilde eleştiriyordu. Bir an için bile öğrencinin atalarının ülkesi ile kültürel bir bağının kalmadığını düşünmüyordu. Öğrencinin kalıpları kıramadığını düşünürken, kendisi bu tür kalıpların içinde boğuluyordu. Onun gibi insanlarla dalga geçen videolar yayınlandı sonradan (1).

Sadece sosyal bilim araştırmalarında değil, artık gazetelerde bile “kimlik sorunu” ya da “kimlik krizi” gibi tanımlar kullanılır. Kimlik, bizim doğduğumuz andan itibaren edindiğimiz sosyokültürel kazanımlardır. Kimlik değiştirmek zordur. Nüfus kaydınızda Saimbeyli’de doğmuş yazarken, bunu daha havalı olsun diye İstanbul’a çevirmeye çalışmak örneğin, çok zordur. Devlet, mahkeme gibi modernitenin bize hediyesi olan toplumsal yapılar buna kolay kolay izin vermezler. Kimliğimiz denetlenmeye tabidir.

İngilizcedeki kimlik sözcüğü olan identity, Latincedeki aynılık kökünden gelir. Bir şeyin kendi kendi ile ilişkisidir. Dilimiz kimliği nüfus cüzdanı şeklinde de kullandığından, tam anlamını kavratmaz bize. Kimliklerimiz, cinsiyetimiz, doğum yerimiz, yılımız, ailemizin kimliği ile şekillenir. Bunların çoğu biz büyüdükçe geri plana atılmaya başlar. Sonra da aynı Latincede olduğu gibi, bizim kendi kendimizle ilişkimiz haline dönüşür. Modern yaşamda kendi başımıza edindiğimiz kimlikler daha önemlidir, öğretmen, üniversite mezunu, orta okul terk gibi.. Psikolojide, kültürel çalışmalarda, diğer bir çok sosyal bilim alanında kimlik sorunu ayrı ayrı incelenir. Kültürel kimliğimiz, kendimizinki ile aynı özelliklere sahip bulunduğunu düşündüğümüz gruplara kendimizi ait bulmakla şekillenir. Modernitenin bize en büyük getirilerinden biri din, dil ve ırk gruplarının kimlik oluşumlarında oynadıkları rollerin değişmeye başlamasıdır. Bu şekilde ulus devletler kurulmuş ve devletlerin içindeki okul, hapishane ve mahkemeler gibi yapılar netleşmiş, dini yapıların etkisi azalmaya başlamıştı. Dini yapıların etkisinin hala hissedildiği toplumlara bu yüzden modernleşememiş denir. Konuyu dağıtmayayım, sonuç olarak kimliğimiz modernite ile coğrafi ve etnik kimliklerimizden uzaklaşmaya başlamıştır. Ancak geleneksel yerlerde hala sorulur bize: “Hemşerim, memleket nere?”.

Bir kimlikten diğerine geçişin zor olduğu zamanların sonuna gelindi. Artık sadece bir kaç kimlikle yaşamamıza gerek yok. Internet ve sosyal medyanın yaygınlaşması, postmodern dediğimiz, modernite sonrası zamanlara geçişimiz, kimliklerimizde esneklik sağlamaya başladı. Şimdi artık aktivist, gezgin, şarapsever, sosyal sorumluluk sahibi, iyi fotoğraf çeken vesaire kimliklerini de haneye eklemede sorunumuz yok. Kimliklerimiz Zygmunt Bauman’ın dediği gibi oldukça akışkan. Bir kimlikte ısrar etmenize gerek yok. Gün içinde birinden diğerine geçebilir, örneğin, kendi halinde, günlük yaşamda politik kimliği olmayan bir muhasebeci olsanız bile, yine Bauman’ın deyimiyle bir anda klavye aktivisti olabilirsiniz. Sürekli Facebook, Twitter ve Instagram’da “başkalarını bilinçlendirme” ya da “protesto” amaçlı paylaşımlarda bulunabilirsiniz. Bu size kendinizi iyi hissettirir. Kaç kişinin bu paylaşımınızla ilgilendiği, okuduğu ve harekete geçtiğinden daha çok sizin ne hissettiğinizin daha ön planda olduğu zamanlardayız. Dilerseniz internette kimliğinizi sıradan kullanıcılardan saklayabilirsiniz bile.

Kimlikler (ve daha bir çok şey) arasındaki akışkanlık, bireylere kaçınılmaz bir özgürlük hissini de aşılıyor. İyi fotoğraf mı çektiğinizi düşünüyorsunuz? Sergilemek için galerilere, dergilere, aile albümlerine ihtiyacınız yok: Tek yapmanız gereken örneğin Instagram’dan ücretsiz bir hesap açtırmak. İyi yazdığınızı mı düşünüyorsunuz? Fikirlerinizi başkaları ile paylaşmak mı istiyorsunuz? Aynı şekilde alternatifler sonsuz. Akışkan zamanların sağladığı özgürlüğün üzerinde daha çok duruyorum ben. Bu şekilde bireylerin devlet ve kurumlar tarafından daha rahat gözetlendiği ve takip edildiğini düşünen, karamsar ekolün dışındayım biraz. Bireysel özgürlüklerin daha ağır basacağına inancım tam. Tarih bunu gösteriyor.

Doğum yerimden postmodernitenin kimlik kuramlarına geldim, ama tekrar geri dönmek istiyorum. Bu yazımı aslında biraz daha romantik yazmam gerekiyordu. “Ötükenin kekik kokan yayları” hamasetine girip, tıklanma rekoru kıran bir yazı yazmak çok kolay. Ne var ki bu benim tarzım hiç olmayacak. Yine de Saimbeyli’nin sonradan benim yaşamımda nasıl şekillendiğini biraz daha anlatmam gerekiyor. Öncelikle üniversite sonrasında bunu biraz da abartarak bir espri unsuru olarak kullandığımı anımsıyorum. Hikayelerin kültürlerdeki yerini çoğumuz biliriz. Saimbeyli’de doğmuş, büyümüş, sonradan şunları bunları yapmış şeklindeki kimlik oldukça efsanevi bir hikayeyi anlatır bize. Aynı Yaşar Kemal gibi, küçük bir Adana köyünden çıkıp, böylesi bir yazar olabilmenin kendisi zaten başlı başına müthiş bir hikayedir. En alttan en üste çıkmıştır. Orhan Pamuk gibi seçkin entelektüel bir aileye doğmamıştır. Ancak Orhan Pamuk da Nobel’i aldığı için yine bize Türkiye’de doğmuş ama ilk kez Nobel’e uzanabilmiş bir yazarı gösterir. Başarıyı her zaman bu şekilde daha çok takdir ederiz: “Bak çocuğum, o nereden nerelere gelmiş!”

Doğa Araştırmaları, Sporları ve Kurtarma Derneği (DASK), 20. Uluslararası Doğada Görüntü Avcılığı Yarışmasını (DOGAY), 18-22 Mayıs arasında Saimbeyli’de düzenledi. Ancak Saimbeyli, yeşil ve kaynak suları bol oldukça güzel doğası, giderek ünlenen mavi kelebeği (2), tarihi kalıntıları ile benim hatıralarımın dışında başka şeyler de ifade ediyor: Orası “turistik” bir bölge. John Urry’nin “Turist Bakışı” kitabı ile dikkatimizi çektiği küresel turist kültürünün doğuşundan söz etmiştim (3). Yerel piyasaların kalkınması günümüzde turizme oldukça bağlı. Bu açıdan Saimbeyli’ye katkıda bulunmak istiyordum, içten içe orayı herkesten saklamak istesem de. Etnografik araştırmalar yapan, kültür ve pazarlama konularını da üniversitelerde anlatan biri olarak, turist ya da gezgin bakışının yerel kültürleri anlayamayacağını biliyordum. Saimbeyli’yi tanıtmak ancak benim gibi “yerlisinin” bir misyonu olabilirdi.

Yarışmada bir çok ödül vardı. Bir tanesini de ben kazandım. İlçenin ortasında bir sahne kurulmuştu. Ahali de izlemeye gelmişti. Kültürel ayrımları incelemek, hem görsel hem de sözel olarak zaten benim en sevdiğim iş. Törenin kendisi başlı başına baş döndürücü bir kültürel çalışma sahasıydı fotoğraf çekip, not almamak için kendimi zor tuttuğum; ilk kez sosyal bilimci değil, sadece katılımcı olmaya çalıştığım. Sahne, izleyenler, kıyafetlerden tezahürata kültürel ayrımlar. Ezan okununca susan müzik… İdari görevi olan kişilerin birbirleri, dernek üyeleri ve ahali ile iletişimi. İktidarın çeşitliliği. Bir çok toplumsal durumun bir arada yaşanması. Elimdeki onlarca fotoğraftan çıkabilecek en az iki bilimsel makale!

Saimbeyli Belediye Başkanından ödülü almak için sahneye çıktığımda, ödülleri ve kazananları anons eden, biraz daha uzakta duran dernek görevlisine “Bu arada ben Saimbeyliliyim” dedim. Mikrofondan söylemediğim için herkesin duymayacağını biliyordum. Oysa bunun bilinmesini istiyordum. Saimbeylili biri Türkiye’den ve yurtdışından gelen yüz küsur sayıda, oldukça yetkin fotoğrafçıyı alt etmişti. Bu Saimbeyli için önemli bir başarıydı. Mikrofondan “Taçlı Hanım Saimbeyliliymiş” diye tekrar anons yapılınca, biraz daha alkış aldım. Aslında görünüşüm Saimbeyli’de yaşayan kimseye benzemiyordu. Fotoğraf çekerken de beni yurt dışından gelmiş zannedenler “Hello” diyorlardı. Diğer görüntü avcılarına da benzemiyordum, kıyafet ve ekipmanlarıyla “outdoor”cu, oyalı yazmalarla blucinleri kombinleyen “doğal yaşam”cı halim hiç yoktu. Dernek üyeleri gibi üstümde derneği simgeleyen kırmızı renkli fularlar, montlar da yoktu. İstanbul’da nasıl geziyorsam, öyleydim, neredeyse simgesiz. Zaten çok yakındaki, babaannemin evinden çıkıp, gelmiştim. Yine de Saimbeylili olduğum birilerinin hoşuna gitti diye düşündüm. En azından habersiz bir şekilde ödüllerden birini Saimbeylili birine veren, oldukça iddialı fotoğrafçılardan oluşan jüri üyelerinin hoşuna gitmiştir.

Sonuçta, yarışmayı ve Saimbeyli’yi Facebook’taki yakın arkadaşlarıma dört gün boyunca tanıttım. Herkesin görebileceği bir şekilde de ödül kazanan fotoğrafımı paylaştım. Artık bir çok kişi benim sayemde Saimbeyli’nin ne kadar güzel bir yer olduğunu biliyor. Gitmek istediklerini de söylediler bana. Bir vefa borcu şeklinde vazifemi tamamladım, İstanbul’a döndüm. Nereli olduğumun hiç bir öneminin olmadığı zamanlara tekrar başladım. Uzunca bir süre daha Saimbeylili olduğumu, gerekli olduğu zaman ortaya çıkarmak üzere rafa kaldıracağım. Yalnız kimliklerime fotoğrafçıyı da ekleyeceğim, ödül alınca bu kimlik otomatik olarak eklendi.

Aklıma İngiltere’ye öğrenci olarak gittiğimde, elime tutuşturulan bir kaç sayfalık kimliğimi açıklama formu geldi sonradan. Sadece iki sayfası etnik kimliğimle ilgili sorulardı. Siyah Karayipli, beyaz Afrikalı, siyah Afrikalı, bir sürü sınıf!… Ben Asyalıydım ama o bölümde en az yirmi Asyalı tanımı vardı: Kahverengi, çekik göz Asyalı, sarı Asyalı, siyah Tayvanlı, Pakistanlı, Bengladeşli… Hiç birine kendimi oturtamadım. Zaten bilmediğim bir ülkede yalnızdım, ilk günümdü, moralim iyice bozulmuştu. Oldukça sevimsiz davranan sekreterlerden birine gittim, “Etnik sınıflandırmada nereye düştüğümü anlayamadım” dedim, önemli bir soruyu yanıtlayamamanın sıkıntısı ile. İngilizlerin kaç yüzyıllık sömürge imparatorluğunun acısını ben çekiyordum. Sekreter bana şöyle bir baktı, tüm o sınıflandırmaların en üstünde ayrı bir yerde duran ‘Beyaz’ı işaretledi. Birden bire kendimi İngiltere kültürüne kabul edilmiş hissettim ve sevindim! Ben de bir beyazdım, o diğer bin bir çeşit Asyalılardan değildim!!!

Saimbeylili kimliğimle önceleri barışamıyordum, en başta orada doğmamıştım. Zaten orada doğmak benim edinmeye çalıştığım kimliğimle hiç bağdaşmıyordu. Sonraları araçsallaştırmaya başladım, başarı hikayesinin başlangıcı ya da ilçenin tanıtımına ve kalkınmasına yardım eden sorumluluk sahibi sosyal bilimci kimlikleri ile. Bunların birbirine akışını gerçekleştirecek tüm iletişim yöntemlerini kullanmayı biliyordum, o kadar yıl pazarlama dersi vermiştim. Daha önemlisi hem fotoğraf çekmeyi hem de Saimbeyli’yi çok sevdiğim için bu kimlik değişimi benim için çok kolay oldu. Etnik kimliğimi de zaten sömürgecilik tarihini yazan İngilizlerden öğrenmiştim.

Artık kimliğimi sorarsanız hemen yanıtlayabilirim: Beyaz, kadın, Saimbeylili, anne, sosyal bilimci, akademisyen, yazar, etnograf, fotoğrafçı. Bunlardan annelik haricinde sonradan edindiklerim kolayca değişebilir. Yarın aşçı olmaya karar verebilir, sizleri beni okumaktan kurtarabilirim.

Tüm bunlarla postmodern kimlikler denilen durumun birebir vaka çalışmasını da yapmış oldum kendi üzerimde. Sosyal bilimlerin en güzel yanı da budur, kimseye gerek duymadan kendi kendinizi denek yapabilir, Malinowski’nin dediği gibi kendi dünyanızı kendiniz yaratabilirsiniz, kimliğinizin her zaman kendi kendinizle olan bir ilişki olduğunu unutmadan.

(1) https://www.youtube.com/watch?v=DWynJkN5HbQ

(2) http://kfbd.giresun.edu.tr/fileadmin/user_upload/2013_ilkbahar/1.pdf

(3) https://tacliyazicioglu.com/2016/05/06/yeldegirmenindeki-nezih-iki-balkon/

4.342 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • MontpellierMontpellier Bu sefer Fransa’nın güney batısına yolum düştü. Neden derseniz, bizim oğlan Nancy’ de olmayan bir fakülteyi seçince Montpellier’ e geçmesi gerekti. Burası, Nancy’ e göre hem daha sıcak, […]
  • Bebeklerden ÖğrenmekBebeklerden Öğrenmek Dünyaya geldiğimiz an hiçbir önyargı veya tecrübe ile gelmeyiz. Bomboş bir hard disk takılmış bilgisayar gibidir durumumuz. Her şeyi öğrenme sürecimiz, doğum anımızdan sonra başlar ki her […]
  • Sarıkamış faciası ve Devrim Şehidi KubilaySarıkamış faciası ve Devrim Şehidi Kubilay Aralık Ayının 22 si ve 23 ü, iki büyük yaşanmış olayı hatırlatacağım ve anacağım! • Sarıkamış’ta soğuğun yok ettiği bir orduyu! • Devrim Şehidi Kubilay’ı! Sarıkamış […]
  • Ağaçların kralı; ZeytinAğaçların kralı; Zeytin Bugün Batı dillerinin tamamında değişik söyleyişleri olan‘oil’ kelimesi, eski Yunanca’da zeytin ağacı anlamına gelen “eleia” kelimesinden türemiştir. Zeytin yetiştiriciliğinin ilk […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Nisan 2024
P S Ç P C C P
« Mar    
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

Arşivler