Kendini Tanımak Ne Demek?
Kendini tanımak ne demek?
Önce ezoterik alanda ne konuşulur ne konuşulmaz üzerine yazdım sonra da
farkındalık nedir sorusuna yanıt aramaya çalıştım. Şimdi tehlikeli suları uzaktan
seyretmeye başlama zamanı geldi. Bütün ezoterik ekollerde, dinlerde, mistik
akımlarda karşılaştığımız bir slogan var: Kendini tanı.
Peki kendini tanımak ne demek? Evvela şu demek: Aslında kendini tanımıyorsun.
Kim olduğunu bilmiyorsun. “Sen” zannettiğin biri olarak yaptığın ettiğin şeyler senin kim olduğunu anlatmıyor. Kendini tanımak zorundasın.
Kendimi tanımadığımı, kim olduğumu bilmediğimi anladım, güzel. Peki ben kendimi
nasıl tanıyacağım? Kendimi tanıma fiilinin aynı anda hem öznesi hem nesnesi olarak
bu işi nasıl başarabilirim? Ayrıca üzerine çalışmak zorunda olduğum bu konuyu nasıl
tarif edip nasıl sınırlandıracağım?
Şimdilik ezoterik perspektifi (mümkünmüş gibi) bir yana bırakıp yakın tarihe, örneğin son 150 yıla bakalım insan insanı tanımak için neler yapmış. Kabaca bahsetmek gerekirse bunları iki alana toplayalım: Psikoloji ve işletme bilgisi. Elimizde Freud’un ve Jung’un insana dair kuramları var, bunlar bizim için de geçerli. Bir de son 30-40 yıldır meşhur olan, işletmede kullanılan insanı tanıma ve tarif etme testleri var, S.W.O.T. analizi gibi. Yani vahşi kapitalizm de anlamış insanın kendini tanıması gereğini.
İnsan kendini tanımak için önce bunları öğrenecek. Bunlar bizden önce bu konuda
çalışanların geliştirip önümüze koyduğu şeyler. Biz hem bunları anlamak hem de
geliştirip bir sonraki kuşağa sunmak zorundayız.
Ne oldu? Hoşunuza gitmedi mi? Kendini tanımak gibi ulvi bir konuda Freud’dan
Jung’dan bahis açmak size yabancı mı geldi? Yadırgadınız mı? Konuyla alakalı
olmadığını mı düşünüyorsunuz? Yapmayın. Rahmetli Haluk Akçam’ın dediği gibi:
“Eğer sadece notaların yerini öğrenmekle, piyanonun başına geçtiğiniz an Chopin’in
Mazurkalarını çalabileceğinizi zannederseniz, sonunda kendi kulaklarınızı da
tırmalayan bir tangırtı çıkar ortaya.”
Ezoterik alana meraklıyız, insanlığın binlerce yıllık sırlarına vakıf olmak istiyoruz. Ancak kendimiz neyi niçin yaptığımızı bilmezsek o sırların hiç birine vakıf olamayız.
Bu yolun bitmediği söylenegelir. Acaba bunun söylenmesinin nedeni senin yerinde
duramayıp yolu yürümek istemeden sürekli sona ulaşmakla uğraşman olabilir mi?
Kendini tanımak isteyen insan, temel bir psikoloji bilgisine sahip olmak zorundadır.
Savunma mekanizması, bilinçdışı, empati, duygusal zeka, bilişsel çarpıtma, annebaba-
çocuk-üçgeni ve daha bir çok kavramı bilmek zorundadır. İnsan kendini
tanımak için psikolog olmak zorunda değildir ama psikoloji biliminden ve burada
kullanılan kavramlardan haberdar olmalıdır. Bu farkındalık, yolun bir parçasıdır, nihai bir hakikat değildir. İnsan ezoterik yolda yürürken geçici modellere ihtiyaç duyar. Bu geçici modeller sayesinde bir sonraki farkındalık aşamasına geçer. O yeni aşamada bu modellerin bir anlamı olmayabilir. Diyelim ki bir insan yolun yarısını geçti (bu böyle anlatılmaz ya hadi neyse) geldiği noktada psikolojik modeller onun için anlamlı olmayabilir ama oraya gelene kadar onlardan faydalanması gerekir.
Bir varlık var ki kendi üzerinde araştırma ve çalışma yapması gerekiyor. Bu varlığın
bu araştırmayı yaparken elde edeceği verileri nasıl değerlendireceğinin
mekanizmasını anlaması bilmesi gerekir. Ben gözlerimi kullanıp etrafa bakarak bir
araştırma yapacaksam, gözlerimin görme kalitesini de bilmeli ve hesaba katmalıyım.
İşe başlamam gereken yer göz denen organın özelliklerini öğrenmek, zayıf ve güçlü
yönlerinden haberdar olmaktır. Diğer türlü yapacağım araştırmanın bir kıymeti
kalmaz. Bugün yürüdüğüm yoldan iki santim saparsam, birkaç kilometre sonra artık
hedeften çok başka bir yere doğru yol alıyor olurum. Elbette başa dönüp tekrar
yürümek zorunda kalacağım ve bütün o sıkıntıları tekrar yaşayacağım, yazık değil
mi?
Ezoterik yolda yürümek üzere kendini tanımak için bu kadar bilimsel anlatıma ne
gerek var? Kendi iç dünyamıza kapanıp Sirius’tan gelen vahiylerle veya ruh
celseleriyle bu işi halledemez miyiz? Hayır halledemeyiz. Biz kendimizi tanımadıkça
alabileceğimiz bilgiler bizim bilinç alanımız içinde kalmaya mahkumdur. Yeni bir şey
öğrenmemiz mümkün değildir. Bu nedenle kendimizi tanımak, bilmediğimiz alanlarda
yanlış akıl yürütmemek için araştırma yoluna başvurmak zorundayız.
Kendini tanımak demek yaşadığımız olaylara ne tepki verdiğimizi de incelememizi
gerektirir. Dünya hayatı eğlence ya da oyun olsun diye yaşanmıyor. Dünya hayatı
eziyet olsun diye de yaşanmıyor. Yani yüksek bir dağın tepesinden bizi izleyen,
yeryüzünde yürüyen şu insanoğlunun bir kaç metre ötesine bir muz kabuğu atalım
da üstüne bassın kayıp düşsün biz de gülelim diyen bir tanrılar topluluğu yoktur.
İnsan dünyaya eğlenmek ya da eziyet çekmek için değil, gelişmesi gereken
alanlarda üzerine çalışacak malzemesi olsun diye gelmiştir. Kuran’dan bir ayetle de
pekiştireyim:
“Biz yeri göğü ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğer eğlenmek
isteseydik bu kendi aramızda olurdu. Siz de bunu anlamazdınız.”
Bu ayet ezoterik alanda yürümek isteyen yolcu için önemlidir. Madem ki dünya
hayatına atılmış, burada olmasının bir esprisi var. Yolcu bunu bilmeli ve karşılaştığı olayları bu doğrultuda değerlendirmelidir. Karşılaştığı olaylar da kendini tanımasına yardımcı olacaktır.
Kitap okumak önemli ve faydalı bir uğraştır. Ancak kafamızı kaldırıp etrafımıza
bakmaya da zaman ayırmamız gerekir. Bunu dengeli biçimde yapamazsak kendimizi
tanıyamaz, olduğumuz yerde sayarız.
Buraya kadar kendini tanımanın ne demek olduğunu tarif etmeye çalıştım. Bu tarif
yeterli değildir. Hatta iyi bir başlangıç bile denemez, ancak başlangıcın başlangıcı
denebilir. Bu başlangıcı değerlendirdikten sonra belki bir sonraki seferde “Kendini
bilen rabbini bilir” sözünü değerlendirmeye çalışmak mümkün olur.