felsefe taşı

Ruhuma Yolculuk – Dördüncü Hafta

Ruhuma Yolculuk – Dördüncü Hafta
Ekim 22
10:00 2021

26. Gün (21. Sürüş günü)
Selam Dostlar. Bugün Morpheus’un kulaklarını çınlattım. “Welacome to the real World” Sabah Suruç Öğretmenevinin bahçesinde gölgede kalmıştı Vagabond. Onu yerleştirip b uraların geleneği sabah çorba içtim ve yola çıktım. İlk durağım (…) Hudut Karakolu idi. Yol belli bir etaptan sonra toprak oldu. Tarlaları sulayan fıskiyelerin yer yer balçık yaptığı yoldan karakola doğru yanaştım. Karakol tepe bir alanda kuruluydu. Orayıda tırmandım ve nizamiyeye geldim. Asker kardeşler önce tedirgin oldular. El salladım ve kaskı çıkartıp sohbete koyuldum. Komutanı çağırmamız gerek dediler ve komutan geldi. Buraya kadar bile gelmemen lazımdı. İleriye gitmen mümkün değil sözünden sonra iki hoşbeş yapıp yine tıpış tıpış gerisin geriye sürdüm. Sonraki durak Akçakale idi. Orada uzun bir mola verdim ve Merkez Lokantasında Urfa Kebap yedim. İçeride bir bölme vardı insanlar yerde yiyorlardı. Ayıp olur diye fotğraf çekmedim. Akçakale ilginç bir yer. Birazda tedirgin edici. Opet benzincideki pompacı arkadaş bile Türkçe bilmiyordu. Tabelalar ekseriyetle Türkçe ve Arapça (yada ben Arapça sanıyorum) yada sadece Arapça. Oradan bir poşu satın aldım. Dükkandaki görevliye bağlama şeklini sordum ve anlamadı. Sonra dışarıda birileri yardım etti. Gösterdiler ve bağladılar. Ama ben nasıl bağlanır unuttum bile. Neyse dönünce YouTube den destek alırım. Bu arada bir bilgi paylaşayım, bu insanlar boşuna poşu bağlamıyorlar. Günün devamını buf yerine poşuyla geçirdim ve ciddi rahat ettim acayip sıcağa rağmen. Yarın poşuyla devam :)))
Yolun sonrası çiddi kabus gibiydi. 21 gündür motosiklet sürüyorum ilk defa bu gün yorulduğumu düşündüm yada hissettim… Dümdüz yollar, tek bir ağaç gölgesi bile yok. Bir benzinciye rastlarda soluklanırım dedim 130 km benzinci yoktu. Sınır hattı için yoldan çıktım, geri geldim, çıktım geri geldim. İlginç köyler, kerpiç evler ama bir tane bile kahvehane yok. Ara yollarda, köylerde köpek bile yok gezinen… Son son artık; “şu tepeden sonra bir yer bulurum, bu tepeden sonra bir yer bulurum diye diye çöl sarhoşu gibi oldum. Aktif 43-44 derece ara ara 45 derece sıcak fena. Telefon şarjı kesti, suyum kaynama noktasına geldi falan. Bu arada aklınızda bulunsun. Benzincilerde telefonu meşrubat dolabına koyuyorum Gayette işe yarıyor.

Ceylanpınar’a girdim çıktım, sonra bir iki köye daha. En son Şenyurt Sınır Kapısı için Şenyurt’a girdim. Kapı kapalı olduğundan askeriye o kımın yolunu kapatmış. Döndüm ve 18.00 civarı Kızıltepe Öğretmenevine geldim. Vagabond’u içeri bahçeye aldım ve odama yerleştim. Bölge bölge öğretmenevlerinin tarifeleri farklı oluyor ama şu ana kadar deneyimlediklerimde Klima, Buzdolabı mevcut. Bu havada daha ne istenir.
İki üç köy adı tabelası fotoğrafladım. Bana ilginç ve dahi hoş geldi.
Halim kalmamış, ıvır zıvır alıp odaya çekildim.
Yarın Mardin, Midyat gezip tekrar Kızıltepe’ye döneceğim. Bu arada Kızıltepe; Birecik ve Suruç’tan daha gelişmiş ve modern! Geldi bana.
Yarın akşama kadar, hoşçakalın :))
Kızıltepe / Mardin / Midyat / Mardin Merkez / Kızıltepe

27. Gün (22. Sürüş Günü)
Sevgili Dostlar, yol hali neler ilave ettirir bilmiyorum ancak planlamam 44 sürüş günüydü. Bugün yolu gün olarak yarıladım. Ve bugün ilk kez planımın dışına çıktım. Çıkmakla aslında bir gönül rahatlığıda kazandım. Şöyleki; Gaziantep ve Şanlıurfayı gezmedim. Dolayısıyla bu gün Mardin ve Midyat’ı gezmemekle onlara ihanet etmemiş oldum. Ve sonuçta her birine hak edeceği gün sayısını veremeyeceğimden bu kıymetleri başka bir tura bıraktım.

27. Gün (22. Sürüş Günü)
Sevgili Dostlar, yol hali neler ilave ettirir bilmiyorum ancak planlamam 44 sürüş günüydü. Bugün yolu gün olarak yarıladım. Ve bugün ilk kez planımın dışına çıktım. Çıkmakla aslında bir gönül rahatlığıda kazandım. Şöyleki; Gaziantep ve Şanlıurfayı gezmedim. Dolayısıyla bu gün Mardin ve Midyat’ı gezmemekle onlara ihanet etmemiş oldum. Ve sonuçta her birine hak edeceği gün sayısını veremeyeceğimden bu kıymetleri başka bir tura bıraktım. Gelelim niye planın dışına çıktığıma.
Sabah kahvaltı sonrası ilk durak Nusaybin’e geldim. Nusaybin Sınır Kapısında anı fotoğrafımı ancak biraz uzaklaşarak çekmeme izin verdiler. Ardından ilk kez bildiklerin dışında bir istasyondan (Kadoil) benzin aldım. Soluklanırken çay ikramları başladı. Yine 4-5 çaylık bir sohbete koyulduk. Benzincide görevli Kürt kardeşler ile çevre, gezilecek yerler, Süryani köyleri derken ( Süryani topluluğu ile ilgili çok ilginç paylaşımları oldu arkadaşın. Onlar buranın konusu olmadığından ve nalına ve mıhına girmek istemediğimden es geçiyorum. Bu arada bu bölgelerde tanıştığım kişilerin etnik kökenlerinden söz etmek gerekiyor. Zira buradaki mozaik ve anlaşılabilirlik ancak sanki böyle mümkün oluyor. Yanlış anlaşılmaması ve polemik konusu olmamasını haseten rica ederim :))) ) saat epey ilerlemiş. Onların önerisiyle ilk Beyazsu’ya gittim. Yan yana yan yana bir sürü mekan. Neyse birinde tek kişilik bir demlik çay alarak suyun kenarında oturdum. Çay o kadar iyi geldiki buradaki süreyi de uzatmışım. (Küçük not: kaçak çay dedikleri gerçekten leziz) Ardından düzlüklerden sonra ilk kez dağlara tırmanmaya başladım. Ama nasıl dağlar biliyor musunuz? Taş, kaya, yeşillik yok ancak sağında, solunda, tepesinde yamacında ya bir eski taş ev yada taş evlerden oluşan köyler. Büyüleğici bir manzara eşlik etti bana Botaş sapağına kadar. Benzincideki arkadaşın önerdiği köylere gitmek üzere sapaktan girdim. İlk köy Elbeğendi. Binalar köklü tarzlarına uygun ancak yep yeni. Ortalık biraz kalabalıktı fotoğraf çekmeden kilisenin yanından devam ederek Botaş’ı geçer geçmez askeri bir karargahı da geçerek Üçköy’e vardım. Konteynerden bozma bir bakkal kahve karışımı mekanın yanından geçerek köye indim. Bir kaç kare fotoğraf çeip gerisin geriye dönüp kahvenin önüne park ettim. Gençler vardı ve bir kaç görece yaşlı adam da kağıt oynuyordu. Pek bir temkinli yaklaştılar bana. Sonra mekanın sahibi Malke Şaşmaz ile elektiriği tutturup derin bir sohbete başladık. Köyün tamamı Süryani imiş. İlk gördüğüm Elbeğendi köyünede de kesin dönüş yapmak isteyen yurt dışında yaşayan Süryani ailelerin yaptırdığı evleri görmüşüm. Onların dönüş hikayeleri, bölgenin geçim kaynakları, Yezidi köyler, Süryani şarabı vs. Derken iki saate yakın kalmışım orada. Bu başlıklarla geçiştirdiğim sohbet gerçekten çok ama çok kah hüzünlü, kah sevinçli detaylar içeriyordu. Attım heybeye. Sonrasında yol daha da bözuk dediler ancak Yezidi köyünü de görmek istiyordum. Tarifle yola çıktım. Google Map beni kestirmeden götürecek diye fena yollara soktu ve nihayetinde küçük bir köyün hemen girişinden önce sağa sap dedi. Dedi de yol yok. Girdim adı Yakınca olan o küçük köye. Bütün evler taş ve mağra-taş evlerde var iki yamaçta. Ama ben diyeyim 6-7 siz deyin 10 ev ya var ya yok. Vagabondun sesine hafif yamaç bir evin önüne bir adam çıktı. Ben de park edip yanına yürüdüm. Önce gitmek istediğim köy için yanlış yolda olduğumu. Buradan sonrasını yürümem gerektiğini söyledi. İki bardak soğuk su ikram etti. Babası muhtarmış (köyün tek betonarme evini gösterdi), ailesi Mardin’deymiş, diğer köy sakinleride hafta sonu gelirlermiş. Kısacası yanlız yaşıyor koca köyde. Ezan saatinde ezan da söylenince burası ne köyü, Kürt müsün diye sordum? Cevap vermedi onun yerine buralarda ne işim olduğu, korkup korkmadığımı sordu. Niye korkmalıymışım dediğimde buralar terör yatağı vs. Dedi. Ben de merak insana her yere çeker dedim. Ardından akşama misafiri olmamı geç olduğunu söyledi. Ben de teşekkür ederek yola devam ettim. Köyden çıkar çıkmaz saat 17.00 civarına geldiğinden navigasyona direk Kızıltepe’yi yazdım ve 2 saat yol verdi. Şirnak il sınırına girerek bir müddet toprak yollarda sürdükten sonra önce Şırnak, İdil asfaltına bağlandım aradan köy yollarına girerek bu seferde Nusaybin oradan da Kızıltepe.
Hal böyle olunca dostlar, Midyat ve Mardin’i es geçmek zorunda kaldım. Ama o kadar bilgi ve görsel doluluk yaşadım ki. Çok güzel bir gündü. Yakınca köyü ile asfalt yol arasında az bir şey tırstım ama o da gerçekten az bir şeydi…
Ben motorun kadranında gün boyu 43 dereceyi görsem de Kızıltepe de arkadaşlar 50 dediler. Yine fena sıçak bir gündü. Poşu yine iş gördü :)))
Öğretmen evinde duşumu alıp klima altında serinledikten sonra Motomidyat motosiklet kulübü başkanı Sevgili Ulaş ve Burhan beni yemeğe götürdüler. Nihayet Tolunay kardeşim de bu gün bana yetişti. Onunda katıldığı yemekten sonra kulüp mekanlarına giderek diğer iki teker sevdalısı Kardeşlerle tanıştık. Gece 24.00 e kadar sohbetin ardından ancak yazma fırsatım oldu. Motomidyat ile ilgili daha kapsamlı bir paylaşımı başka bir posta bırakıyorum. Zira buralara yolu düşecek tüm motorcu dostlarımın tanışmalarını hararetle tavsiye ediyorum.
Bundan sonra yola bir müddet Tolunay Kardeşimle devam edeceğim. Yalnız kovboyluk bir süre askıda. Aslında gönül devamının tamamını beraber yapalım ister. Ancak benim sınır boyu rotam onunsa eş dost ziyaretli giriş çıkışları buna nereye kadar izin verecek göreceğiz :)))
Yarın yol Çukurca ve Şırnak. Ancak Nusaybinden tekrar dağa vurup şu bu gün göremediğim Yezidi köyüne gideceğiz. Öncesinde belki MALKE Kardeşimin bir kahvesini içeriz.
Kızıltepe / Cizre / Şırnak

28. Gün ( 23. Aktif Sürüş Günü )
Merhaba dostlar. Motomardin motosiklet kulübünden arkadaşlarla geçirdiğimiz güzel bir geceden sonra (postu ayrıca gelecek) güzel bir uyku çekip Tolunay^la yola düştük. İlk durağımız dün gidemediğim Ezidi köyü idi. Nusaybin’den benzinimizi aldık ve Beyazsu’da çay molası verdik. Buz gibi suya ayaklarımızı sokarak bir demlik kaçak çayı hüplettik. Dün de yaptığım aynı yolu yaparak önce tatlı virajları tırmandık, ardından Botaş yoluna saparak önce Süryani köyü olan Üçköy’e geldik. Sevgili Malke’nin bakkal&kahvesinde Malke ve yine orada bulunan müdavimlerle biraz sohbet ettikten sonra yine Süryani köyü olan Taşköy üstünden taş toprak yollardan sürerek Kaleli köyüne geldik. Malke bize tembih etmişti; “Köye girmeden önce girişte sağ tepede olan konteynerin oraya çıkın. Oradaki insanlarla konuşup haberli olarak köye geçin” Bizde öyle yaptık. Orada bizi Servet İlgün karşıladı. Kendisi o bölgede iş yapan kürt bir arkadaş. Bahçeye geçince yine orada bulunan Kenan Ayaş ve Kasım Kaval ile tanıştık. Bu iki bey de Almanya’da yerleşik o köyün yerlisi iki Ezidi. Hem Servet’in kendi pencweresinden anlattıkları sonrasında da o ayrıldıktan sonra Kenan ve Kasım ağabeyin anlattıkları çok ama çok düşündürücü ve hüzün doluydu. Konular buranın konusu olmadığından şimdilik kendime saklamakla yetineceğim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; Kenan ve Kasım tamamı bomboş olan ve harabeye dönmüş köylerine bekçilik yapmak için gelmişler. Diğer yurt dışında yaşayan köy halkı sırayla nöbete geliyor…
Kenan bizi arabasıyla köyün içine götürüp gezdirdi ve anlattı, anlattı, anlattı. En az üç saatimizi orada geçirmişiz. Yatıya kalma tekliflerini üzülerek geri çevirip telefonlarımızı karşılıklı alarak oradan ayrıldık. Toprak yollardan sürerek İdil, Şırnak karayoluna çıktık. İdil’de benzinliğe girip su ve çay molası verdik. Sarıklı bir amcadan taassubun dibini dinledik ve doğa olarak muhteşeme evrilen yollardan Şırnak’a vardık. Önde sağda Cudi dağı, solda kayalıklı dağ sıraları sonrasında kum tepeleri ve batmaya yüz tutan güneş altında Cizre’ye vardık. Nehrin güneşle yarattığı muhteşem görselle yolumuza devam ederek Şirnak’a tırmandık. Aklımızın derinliğine kazınmış Şırnak yerine harika bir ille karşılaştık. Herkes konuşkan ve yardım sever. Hatta bir çift evlerine davet etti ve dahi “siz yol halindesiniz gelin kirlilerinizi yıkayalım, yarım saate kurur” teklifi bile geldi. Teşekkür ettik ve kararmaya başlayan havanın son aydınlıklarında yol almak için Uludere’ye doğru sürmeye başladık. Uludere’ye akşam 21.00 gibi vardık. Yolun büyük bir bölümünü karanlıkta aldık. Keşke gündüz sürebilseymişiz. İki taraf yüksek dağ ve yol arada, ine-çıka, döne-döne gidiyor. Tedirgin mi? Hiç olmadım. Zira bu çoğrafya belli mesafelerde kulekollarla dolu. Halkın demesine görede pek sıkıntı kalmamış :))
Uludere Öğretmenevine yerleştik. İlk defa klimasız ve buzdolabı olmayan bir öğretmenevi. Ümid ederim görevlilerin dediği gibi akşamlar serin oluyordur. Saat 00.30 ve hala sıcak :))))
Yarınki rota biraz değişti. Önce Hakkari’ye gideceğiz. Hakkari Motosiklet Kulübünden arkadaşlar bizi bekliyor. Onlarla Hakkariyi tanıdıktan sonra birlikte Yüksekova’ya geçip kulübün orada yaşayan üyeleriyle bir araya geleceğiz.
Sürüş olarak çok keyifli, heybeye konanlar adına hüzünlü bir günü daha geride bıraktım. Yarın akşama kadar sevgiyle kalın Dostlar.
Rota: Uludere – Hakkari – Yüksekova
Gerçekleşen bütün rotalarım Wikiloc programında herkese açık şekilde Oskrom hesabımda kayıt altına alınıyor. :)))

29. Gün (24. Aktif Sürüş Günü)
Selam dostlar. Dün akşam itibarıyla Meopotamya’nın 2. Ebeveyni Dicle nehrini ve ihtişamını yine gün batımında görerek Suriye sınır boyundan ayrılarak Irak sınır boyuna girdik. Ayrıca düzlüklerde bitti. Artık dağlardayız. Dün Uludere’ye gece vardığımızdan çevre güzelliklerini göremediğime hayıflanmıştım. Bu gün ziyadesiyle doydum bu akıl almaz muhteşem coğrafyaya.
Sabah Uludere’de Ağaoğlu restaurantta hem sahibiyle sohbet ettik hem de kahvaltımızı yaptık. Ardından benzin için gördüğüm en küçük petrol ofisi istasyonuna girdik. Baba ve 4 oğlu çalışıyor istasyonda. Çay ikramları sohbet, foto çekimi ve akan sudan şişelerimizi tazeleyip yola koyulduk. Yollarda hiç düzlük yok. Hep viraj, tırmanma, inme, güz alabildiğine yüksek dağlar ve yolun yanında hep bir dere – ırmak sürdük te sürdük. Bol foto molası ve kontrol noktaları. Jandarmamız ve ordumuz bölgeyi ciddi kontrol altına almışlar. Yöre halkının da dediği “buraların o eski hali geride kaldı” söylemi sanırım gerçekten doğru. Neredeyse her tepede, yol kenarlarında, askeri gözetleme istasyonları var. Tüm giriş çıkışlarda da kontrol. O tarif edilmesi gerçekten zor sarp dağların arasında sürerken en ufak bir tedirginlik hissetmedik. Yolun epey bir kısmıda Irak sınırıyla paralel gidiyor. Arada bir derecik var hepsi o. Gerçi karşı tarafta sarp dağlar. Yerleşim yeri görmedim. İnsanı ise çok sıcak kanlı ve misafirperver.

30. Gün (25. Aktif Sürüş Günü)
Tatvan’dan sevgiler. Bugün 380 küsür km. yol katetmişim. Son üç gündür geç yattığımdan bu gün biraz uyku hali hakim yorgunluk var.
Hakkari Motosiklet Kulübü bizi gerçekten olağanüstü ağırladı. Hele hele Fatih kardeşim resmen pervane oldu. Akşamı Fatih’in evinde geçirdik. Bana baş köşeyi yani üstü kapalı terası verdi. Sabaha karşı üç te yazma çizme işim bitti ve yorgan altında 1900 rakımda açık havada uyudum. Ancak sabah güneş beni 06.00’da uyandırdı. Biraz debelendim ve 07.30’da kalktım. Hep birlikte toparlandık ve binbir çeşitten oluşan kahvaltımızı yapacağımız mekana gittik. Oradayken de Kulüp üyesi arkadaşlarımız bize dahik oldu ve nihayetinde hep birlikte Esendere Sınır Kapısına gittik. Zamanında binlercw kişinin ticaret amaçlı kullandığı kapıda görevliler hariç kimseler yoktu. Sonrasında ekip bize Bağışlı Bucağındaki yol ayrımına kadar eşlik etti. Orada bir çay molası verip ardından içten bir vedalaşmayla ayrıldık. Tolunay ve ben Van’a doğru sürmeye başladık. Gün en düşük 1565 en yüksek 2745 mt. rakım arasında geçerken 30’lar virajları dahil döne döne yol aldık. Doğanın güzelliği, platoların zenginliği diye devam etmeyeceğim. Zira gerçekten kelimeler yetersiz kalıyor. Bu arada hava 40, 36, 30, 28 derece gibi değişkenlik göstermeye başladı. O kabus sıcaklar kendini Limon gibi bir havaya teslim etmeye başladı. Taki Van gölü kıyılarına kadar. Hoşgeldin Rutubetli hava :))
Yol arkadaşım Tolunay gemi makineleri mühendisi. Ajansı tarafından işe çağrılmayı bekliyordu. Ancak bu kadar çabuk değil. Onunla Kızıltepe’de buluşabildik. Ertesi gün birlikte sürerken telefon geldi ve göreve çağrıldı. Turun gerisini birlikte yaparız derken ancak 2 gece, 3 günü birlikte geçirebildik ve bugün geç akşamüzeri Van – Bitlis sapağında, Van Gölünün bir tık uzağında kucaklaşarak ayrıldık. Yolun açık olsun canım kardeşim. Sözleştiğimiz gibi; ilk fırsatta yine birlikte düşeriz yolara.
Güneş batarken kıyı kıyı Tatvan’a doğru sürerken telefonum çaldı. Hakkari Motosiklet Kulübü başkanı sevgili Ahmet Sönmez beni Akdamar iskelesi bölgesini geçerken görmüş. Dünya gerçekten küçük. Hele hele Motosiket Dünyası daha da küçü :))
Tatvan’da önceden rezervasyon yaptığım Karaman Otele geldşm. Eşyalarımı daha indirmeden otelin sahibi Ali bey beni çay içmeye davet etti. Hoş sohbetin ardından yemek yemeye gittim ve nihayetinde odama yerleştim. Otel ve odalar güzel, Motosiklet tam resepsiyonun önünde par edilebiliyor.
Tek kusuru klima olmaması. Yarın turistik. Van gölünü çerçeleyeceğim. Yol üstünde, Erciş’te Kenan kardeşimle buluşacağız. Sonrası malum. Rota vermiyorum. Van gölü gezisi diyelim :)) Kendinize iyi bakın…
Son söz; Yolda yine birçok insanla karşılaştım. Sohbet içerikleri bende :))))))

31. Gün (26. Aktif Sürüş Günü)
Dostlar merhaba. Bugükü rotam Van Gölünü çepe çevre dolaşmak idi. Dolaştımda 🙂 Ancak haritada da göreceğiniz üzere 30 km kadar içeri giderek Ulupamir köyüne de gittim. Toplam 413 km yol katettim. Gün içinde minimum 1388, max. 1932 mt rakımlarda dolaştım. Aktif sürüş 5 saat toplam yol hali ise 9 saat 54 dakika tuttu. Yorucu gibi görünsede keyifli ve verimli bir gün oldu. Artık hava eskisi kadar zorlamıyor. Min 23, max. 32 derece sıcaklık gördüm gün boyu. Terlemeler bitti. Poşu katlanıp kaldırıldı, buf ıslanmıyor :))))
Ara ara yol gölden uzaklaşsa bile ekseriye Van Gölü hep sağımdaydı, solumu ise başka güzellikler sırasıyla doldurdu. Bunların en ihtişamlısı ise Süphan Dağı idi. 4.053 mt yükseklikteki bu volkanik dağ benim bulunduğum tabanda yüksek olunca ancak 2.200 mt gibi bir yükseklik sergiliyor ancak yinede göl cephesi olmasına rağmen yer yer buzullar duruyor zirve eteklerinde. Ahlat’sa başka ilginç. Selçuklu dönemi izleriyle dolu. Emir Bayındır Kümbeti ve Eski Selçuklu Mezarlarını gezdim. Etkilenmemek mümkün değil.
Erciş’e vardığımda rotadan çıkarak 30 km gidiş, 30 km dönüş Ulupamir Köyüne, iki teker sevdalısı sevgili Kemal’i ziyarete gittim. Israrla köyüne davet ediyordu nicedir. Varmış bir hikmeti gerçekten. Öykü diğer postumda :))
Ulupamir’de uzunca kalınca programımdaki Akdamar Adası gezisinin yatacağını tahmin ettim. Nitekim de öyle oldu. Akdamar iskelesine vardığımda saat 20.00 civarıydı. Akdamar’a Tatvan’dan ayrılacağım sabah gidebilmeyi umuyorum. Kısmet :))
Van gölü gerçekten muhteşem. Bilmesem deniz diye ısrar edebilirim. Ege ya da Akdeniz’den tek farkı kıyılarında çimenlikler olması ve yer yer ineklerin otlaması. Ama beach Club tadında yerler de yok değil. Göl her cephesinden ayrı güzellikte fotoğraf çekme imkanı sunuyor. Hele hele gün batımı şiirsel.
Heyhat bu gün yine dünyanın ne kadar küçük olduğunu yaşadım. Mola verdiğimde @mikoyollarda (Motosikletli Gezgin)’dan gelen mesajı okudum. Beni Ahlat’tan geçerken görmüşler. Tabi mesajı yol hali sebebiyle geç okuyunca denkleşemedik. Yazıştık, çiziştik ve nasılsa bir daha denkleşiriz umudunu teselli ederek yola devam ettim. Van girişi kontrol noktasında arkamda bir motosikletli gezgin farkettim. Ve durup bekledim ve yine ve durdurdum arkadaşı. Gezgin İspanya’dan gelmiş. Altında bir BMW F800 var. Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye girmiş. İstanbul, Trabzon, Hopa, Gürcistan, Ermenistan, Van ve içeriden devam ederek Yunanistan’a geçecekmiş. Güvenli ve keyifli sürüşler diledik iki yalnız seyyah olarak birbirimize :))))
Bir notumda sevgili Erkin Yeşil (Deneme Tahtası)’e. Sevgili Erkin, sen ne güzel bir insansın, Ulupamir köyüne de gitmişsin. Kemal orada değilmiş onun için seninle yüz yüze tanışamamış ancak anlat anlat bitiremiyorda. Benim bu ruhumayolculuk projem Erkin’in izinde gibi oldu valla. Girdiğim her ücra köşede dokunduğun insanlara denk geliyorum. Harikasın :))
Dostlar, yarın akşam da Tatvan’dayım. Gündüz Nemrut Krater Gölü, Öğleden sonra da Nemrut Dağı var programımda. Şanslıysam güzel bir günbatımı izlerim Krallarla birlikte :))
Yarın akşam görüşmek üzere. Güzellikler sizlerle olsun…

32. Gün ( 27. Aktif Sürüş Günü )
Dostlar merhaba. Bu gün rotamda Nemrut Krater Gölü ve ardından Nemrut Dağı vardı. Meğer bu Nemrut Dağı bizim bildiğimiz Nemrut Dağı değilmiş. Bazan böyle cahillikler oluyor. Onun için önce krater gölüne sonrada Akdamar adasına gitmeyi planladım.
Heyhat, otelle göl arası yaklaşık 25-30 km ama git gel sürüşüm neredeyse 2 saati buldu. Yolda ve orada da çok oyalanınca Akdamar adasınıda Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin turuna bıraktım :))))
Günün istatistiği; Mesafe 73 km / sürüş 2 saat / toplam süre 6 saat / en alçak irtifa 1617 mt / en yüksek irtifa 2504 mt / hava yer yer kuvvetli rüzgarlı ve 25-30 derece.
Nemrut Krater gölüne iki yoldan ulaşılabiliyor. Birincisi Tatvan’dan. Yaklaşık 30 km bir mesafe var. İkincisi Ahlat’tan. Ancak Ahlat’tan gelen yol 40 km kadar ve çoğunluğu toprak yol. Bir noktada benimde gittiğim parketaşı yola bağlanıyor. Her ikisinden de gelirseniz fark etmiyor bir noktada navigasyon sizi parke yoldan çıkarıp toprak yola yönlendiriyor. İşte o yol çok sakat. Şöyleki; yol kraterin un kıvamındaki kumu ile kaplı. Arabalar bile gidemiyor zira batıyorlar. Motosiklet ile gidenleri biliyorum ancak sanırım motorunu yatırmadan geçebilen yok denecek kadar azdır. Benim gibi yalnız sürücüyseniz zinhar tavsiye etmem. O kumulda ben yürürken bile zorlandım. O derece yani. Onun için o noktada navigasyondan vaz geçip kaldırımtaşı yolu devam edin.
Önce kraterin tepe noktasına doğru tırmanıyorsunuz, sonrada kraterin içine girerek aşağı inmeye başlıyorsunuz. Manzara muhteşem. Krater içinde olma hissi acayip keyifli. İlk olarak sağ tarafta aşağılarda kalan küçük bir göl görüyorsunuz. Onun adı yok. Zaten sonbahara doğru kuruyormuş. Aşağıda yeşile çalan renkli bir küçük göl var adı Ilık Göl. Kamp alanı burada. Akabinde Büyük Göl’ün kıyısına ulaşıyorsunuz. Burada çay, meşrubat vs. Veren bir baraka var. Yol boyu müthiş fotoğraflık noktalar var. Dur kalk yapmaktan helak oldum :)))) Yol üstünde Buhar Bacaları tabelası gördüm. Yolu kısa ama çok bozuktu. Zorlanarak tırmandım. 66 no’lu bacanın resmini çektim. Yanından patika devam ediyor. Demekki 65 tane daha var. Görmeye değer tabi. En kötü aracı yolda bırakıp biraz yürünebilir :))
Böylece geldiğim yolu geri döndüm ve otele geldim. Bu akşam otelin işletmecisi Ali beyle yemek yiyeceğim. Kendisi aslen Karadenizli. Bu akşam da güzel öyküler çıkar diye umuyorum.
Gelelim bu günkü gezimin insanın içini yakan kısmına. Bacasız sanayinin en zenginine sahip ülkemizde maalesef her şey ya gece güzel yada uzaktan. Büyük Göle yaklaşırken Devrilmiş kırık çöp bidonlarının etrafını çöple dolu gördüm. Aynı görüntü Büyük Göl otopark alanında da vardı.
Nemrut Krater Gölü Milli Tabiat Parkı statüsünde. Yani Bitlis Özel İdaresi denetiminde.
– Telefon ve İnternet çekmiyor
– Elektrik yok
– WC geçen sene yapılmış ama kilitli. Bu arada o güzelim doğanın içine çirkin betonarme bir wc yapılmış…
– Navigasyon tehlikeli şekilde insanları yanlış yönlendiriyor. (Müdahalesi çok kolay)
– Çöp toplam hizmeti yok
– Devlet görevlisi yok
– Parke yol yer yer bozulmuş müdahale gerekiyor.
Bunlar kısacık bir gezide gördüklerim. Son 5-10 yılda yabancı turistlerde gelmez olmuşlar. Oysaki terör olayı son yıllarda yok denecek kadar bitmiş durumda. En azından ana hatlarda (Derin dağlık alanları bilemem tabi). Bu durumun duyurulması lazım. Yine de yol böyu onlarca farklı şehir plakalı araçlarla karşılaştım. İnsanlar bu güzelliği görmeye geliyorlar. Ne olur hepimiz üstümüze düşeni yapalım. Sadece burada değil memleketimizin her köşesinde yapalım…
Büyük Göl kıyısında çatma kulubede hizmet vermeye çalışan Niyazi Selgi ile tanıştım ve sohbete koyulduk. Niyazi güzel bir insan. Böylesi yokluk olan bir yerde bakkaldan 2.5 tl’ye aldığı bisküvileri 3 tl’ye satıyor. Para ve kazıklama düşüncesini içinde barındırmayan bir adam. Derme çatma mekan babasının. Şimdilerde birlikte çalışıyorlar. Ruhsatlarını Milli Park olmadan çok önce almışlar. Mekan dediğim gibi derme çatma da olsa gece kondu değil yani. Bölgeye gücü nispetinde bakım vermeye çalışıyor. Akşama doğru yürüyerek çevrede atılmış olan çöpleri falan topluyor. Niyazi Ahlat’lı, Ailesi Ahlat’ta. O yaz boyu burada kalarak dört çocuğunu okutma çabasında yaşıyor. Böyle olduğu halde içtiğim çayları ikram etmeye kalkıştı. Yolun açık olsun Niyazi kardeşim.
Ha birde bölgenin ayıları meşhur. Niyazi’nin anlattığına göre 80 kadar ayı var. Güzel olan ayıların devlet koruması altında olması. Ancak insanımız piknik yapıp çöplerini sere serpe bırakınca ayıcıklarda aşağılara iniyor. Ayılara hakaret olmasın diye çöp bırakanlara “insanımız” dedim…
Yarın sınır kapılarına giderek toplamda 392 km lik bir yol katederek Doğubeyazıt a gideceğim.
Doğubeyazıt’ta görüşmek üzere iyi geceler dostlar

33. Gün (28. Aktif Sürüş Günü)
Selam Dostlar.
Günün istatistikleri: Toplam mesafe 412 km. En düşük rakım 1553 mt. En yüksek rakım 2550 mt. Toplam sürüş zamanı 5 saat 15 dakika, yolda geçen süre 9 saat 30 dakika. Isı 20 – 30 derece.
Önce dün akşamdan söz etmek istiyorum. Gündüzden sözleştiğimiz gibi konakladığım Otel Karaman’ın sahibi Ali ağbey ile otelin terasında akşam yemeğinde buluştuk. O konudan girdik, bu konudan çıktık. Üç saate yakın kesintisiz sohbet ettik.
1930’lu yıllarda İnönü’nün desteği ile İkizdere’den (Karadeniz) 40 aile bugün Tatvan olan yere devlet desteği ile yerleştiriliyor. Devlet ev ve tarım alanları ile mera alanları tahsis ediyor beher aileye. İşte Ali Ağbey o kırk kurucu aileden Karaman ailesinin Tatvan’da doğan ikinci kuşağından. Bu gün Tatvan’da o kurucu ailelerden kimse kalmamış. Sadece Ali ağbey ve kardeşleri oradalar. Diğerleri büyük şehirlere göç etmişler zaman içerisinde. Tatvan Van gölü sahilinde Bitlis’e bağlı bir ilçe. Zamanında bütün evler üç katlı ve geniş bahçe içerisindeydi diye anlatıyor Ali ağbey, ben burası neden bu kadar kötü yapılaşmış, ilçeyti binalar boğuyor dediğimde. Yine de bu coğrafyada dağlar o kadar ihtişamlı ki insan gözünü biraz yukarı çevirince hava alabiliyor :)) Ali ağbey bu yöreden evli. Her ne kadar aslen Karadenizli de olsa kendini Tatvan’lı olarak tanımlıyor. Tatvan’dan ve halkından çok memnun.
Gelelim Otel Karaman’a; şehir merkezinde 3 yıldızlı bir otel. Ben google de otel ararken aldığı yüksek oy ve olumlu yorumlar sayesinde buldum burayı. İyi ki de bulmuşum. Hem çok rahat ettim hem de Ali ağbeyi tanıdım. Telefon görüşmemizde motosikletle seyahat ettiğimi ve akşam güvenli bir noktaya park etmek istediğimi söylediğimde Ali ağbey; hemen resepsiyonın önüne park ettiririz. Sabaha kadar görevlimiz var diyerek ilk yardımseverliğini gösterdi. Bölge dikkate alınırsa oda oldukça rahat idi. Tek kusur denebilecek şey klima olmaması. Ancak Tatvan geceleri iyi serin oluyor. Camda da sineklik olunca klimayı aramadım. Çalışanları çok candan. Kahvaltı güzel. Ee Vagabond’da tam kapının önünde. Daha ne ister insan. 3 gece kaldım otelde. Motosikletli dostlar yolunuz Tatvan’a düşerse başka yer aramayın derim. Fotolara kartviziti koyacağım. Kendisi motosiklet sürücüse değil ama gezginlerin halinden iyi anlayan bir dünya adamı. Tekrar teşekkürler Ali ağbey…
Yolumun uzun olduğunu biliyordum. Sabah sıkı bir kahvaltı yapıp yola koyuldum. Akdamar adasına giden motorların olduğu Gevaş Akdamar iskelesinin karşısındaki mekana oturup kahvemi içtim. Dedim ya Akdamar bir dahaki seyahate kaldı. Sonra Van ve oradan Kapıköy Gümrük Kapısına gitmek üzere Iğdır yoluna girdim. Toplamda 2 saate yakın bir sürüş yaptım (molalarla daha uzun sürdü elbette). Değişen köy yapıları, büyükbaş, bolca küçükbaş hayvancılığı (bölgede hakim iş olduğu otlayan hayvanlardan belli oluyordu), çorak dağlar, rüzgarın işlediği ilginç kayalar ekseriyesi dümdüz olan yolu yine de keyifli kıldı. Kapı sanırım kapalıydı. İçeride görevliler vardı ancak hareket yoktu. Bir de tren yolu ve istasyonu var kapının orada. İran Türkiye arası yük taşımacılığı için yapılmış. Ancak trenler de yatıyordu. Anı fotomu çektim ve Çaldıran üstünden Doğubeyazıt’a gitmek üzere marşa bastım. Yolda durdum ve çobanlık yapan bir delikanlı ile az sohbet ettim.
Dün çok sobet edince kısmetim kapandı zaar. Bu gün konuşmamaktan dilim şişti desem yeridir.
Yol aynı eğlenceli haliyle devam ediyordu. Bir ara İran sınır boyuna çok ykın sürmeye başladım. Sınır duvarları yer yer görünüyordu. Bölge tamamen askeriyenin kontrolü altında. Yüzüklerin Efendisindeki ateş kuleleri gibi birbirini gören askeri kuleler ve sınır karakolları neredeyse her tapade konuşlanmıştı. Onun dışında Mardin ve Hakkari’deki gibi yol gözetleyen karakollar yoktu yol boyunca. Standar kasaba girişlerindeki kontrol noktaları dışında bir kontrol düzeni olmaması insanı hem mutlu ediyor hemde rahat hisettiriyor.
Doğubeyazıt’a bir tık yolum kalmıştıki o heybetli duruşuyla Ağrı Dağı karşıladı beni. Çok heyecan verici bir manzaraydı. Havanın çok bulutlu olmasına, benim 1500 küsür rakımda olmama rağmen; “hey küçük, hoş geldin” der gibiydi. Küçük Ağrı Dağıda yasnıbaşında ana kraliçenin gözünün içine bakar gibiydi yanında. Ee bir aksilik olmazsa yarın önce İshak Paşa sarayını sonra Gürbudak sınır kapısını görüp ardından Ağrı Dağını çepe çevre turlayıp (arada Dilucu Sınır Kapısına gidip) Doğubeyazıt’a geleceğim.
Bakalım yarın bizi neler bekliyor. Tek dileğim havanın Ağrı Dağını güzel fotoğraflayabileceğim kadar berrak olması.
Yarın akşam görüşmek dileği ile hoşçakalın :))))

34. Gün (29. Aktif Sürüş Günü)
İstatistik: Sürüş 97 km / Aktif sürüş 2 saat 15 dakika / Toplam yol 6 saat 15 dakika / En düşük rakım 1438 mt / en yüksek rakım 2410 mt. / sıcaklık 23 – 28 derece.
Bugünkü programım İshak Paşa Sarayı, 2 sınır kapısı, Nuhun Gemisi, Krater çukuru ve Ağrı Dağını çevrelemekti.
Sabah İshak Paşa Sarayına gitmrk için döndürdüm tekeri. Tam varmak üzereydim ki benzin istasyonu reklam tabelası görünce depoyu doldurmak gibi bir ihtiyatlık yapmam gerektiğini düşündüm ve Doğubeyazıt’a geri sürdüm. Karma işini yapıyor. Benzinciye 5 motosiklet girdi. Aralarından Müjdat “Merhaba Oskrom, seni sosyal medyadan biliyorum. Hatta bu gün yarın yollarımız kesişir diye düşünüyordum” değince sohbeti İshak Paşa’ya kadar birlikte sürüp orada devam edelimde karar kıldık. Müjdat Kantarcı ( KTM 1050), Arif Avcı (Forza 250), Selçuk Mehmetoğlu (Afrika Twin), Emrah İzgi (Crosrunner 800) ve Hakan Temel (vrf 1200) ile keyifli bir sohbet yaptık. Bu arada sev gili Arif’in Afrika Twin’i çalınmış maalesef. Birbirimize iyi yolculuklar dileyerek ayrıldık. İşte Yol’da olmak böyle bir şey. Harika değil mi?
Ben İshakpaşa Sarayı yolunun parke taş kısmı biter bitmez sola saptım ve merhaba toprak yol. Bu arada googlemap bazan son dakika “u dönüş yapın” diyor. Bana bunu dediğinde çıkmaz yol olan köye 5 km sürmüştüm bile. O yolu geri sürüp dağ, tepe tırmandım durdum. Bir kaç küçük köy, çadırlarıyla meraya çıkmış hayvan otlatan insanlar, viraj, toz toprak derken daha öncede bozuk yollardan nasibini almış olan arka çamur sıyırıcım pes etti ve beni bıraktı :)) Epey bir süre araç görmeden sadece köylerde insan görerek dağların arasından nihayet asfalta vardım. 300 mt. sonrada Nuhun Gemisine. Gemi dediğim toprak üzerindeki gemi izi… Yine de insan heyecanlanıyor tabi. Turistik tarifeden çay ve sodamı içerek aşağı kıvrıldım ve Gürbulak Sınıfr Kapısına geldim. Çift sıra kilometrelerce tır bekliyordu kapı önünde. Allah kolaylık versin. Sürmek mi zor, böyle kapılarda beklemek mi? Üzüldüm tabi hallerine.
Kapıdan 20 mt. kadar sonra sağa saptım. O yol hem Krater Çukuruna hem de Ağrı Dağını doğusundan geçebilecdeğim yola bağlanıyordu. Doğalgaz Boru hattının yer üstü istasyonunu da görerek ilerledim ve Asker Kardeşler durdurdu. Yine aynı söz “buraya kadar bile gelmemen lazımdı” Gelirken niye durdun dediler. Ee ilk kez boru hattı görüyorum. Merak işte değince sanırım vede haklı olarak biraz huylandılar ki kimlik resmimi falan alıp sonra beni gerisin geriye, yoldada durmadan gitmemi tembihleyerek postaladılar…Hal böyle olunca, Dağı çevrelemek ve Dilucu Sınır kapısı hedefim suya düştü.
Ben de bunu Polianna misali fırsat olarak görüp Doğubeyazıt’a döndüm. Yemek işini halledip Öğretmenevindeki odama çekildim. Bu gün yaz çiz işim erken bitecek ve erken yatacağım. Biraz dinlenme günü gibi oldu.
Gidebilirsem yarın Iğdır üstünden yine de Dilucu Sınır Kapısına gitmek istiyorum. Haritadan bakarsanız gerçekten dil gibi içeri uzanan bir yerde. Tabi bu durum yolumu ciddi uzatıyor. Rotayı çalıştım 515 km 7 saat 16 dakika sürüş diyor. Ya sabah erken çıkmam lazım yada planı değiştirir yarın akşam Kars’ta kalmam. Sabah ola hayrola.
İşte kısacık günün özeti. Haa, Ağrı dağı gün boyu farklı cephelerden ve İshak Paşa Sarayı muhteşemdi…
Yarına akşama kadar hoşçakalın.

35. Gün (30. Aktif Sürüş Günü)
Merhaba dostlar.
İstatistik: Toplam 536 km / Aktif sürüş 7 saat 57 dk. / Toplam yol süresi 13 saat 27 dk. / Max. Rakım 2444 mt. / min. Rakım 778 mt / hava durumu en yüksek 35 derece – en düşük 16 derece / Güneş, Bulutlu, Sağanak yağmur, Dolu, Sis.
Uzun bir sürüş gününü daha sonlandırdım. Dünde söz ettiğim gibi, Ağrı Dağının doğu yakasına girmeme izin verilmeyince sabah 7.30 gibi yola koyuldum. İğdir üzerinden Dilucu sınır kapısına sürdüm (134 km). Böylece Kardeş Ülke Azerbaycan’ın sınır kapısına da gitmiş oldum. Dilucu aynı zamanda Türkiye’nin en doğu noktası. Bir “en”’i daha geride bırakmış oldum. Gümrük görevlisiyle konuştum. Azerbaycan’a geçmek için kimlik belgesi yeterli ancak Azeri gümrüğü ne ister, motosiklet sigortası vs. Zaten günlük rotam çok yüklü onun için Nahcıvan’a kadar git gel yapmak istemedim.
Ardından ikinci durağım olan Ani Harabelerine gitmek üzere tekrar yola koyuldum ve 219 km yol gittim. Sabahtan bu yana Iğdır ve Kars illerinde yol aldım. Dehşet platolar, ilginç köyler, mezralar, büyükbaş, küçükbaş hayvancılık, yer yer at yetiştiriciliği bölgeye hakim. Tarım da hayvan besinine dönük yapılıyor ekseriyetle. Birde ne gördüm dersiniz? Kars kırsalında kazları otlatan kaz çobanları. İlginç değil mi. Ayrıca köy çevreleri Kuzgun cenneti. Kuzgun görmeye doyamasamda bugün hakkımı aldım desem yeridir. Bir diğer hoşlukta Iğdır- Dilucu arasındaki düzlükte neredeyse tüm direklerin üzerinde leylek yuvaları vardı. Her bir yuvada 2 leylek. Dişi oturuyor, erkek ayakta. Leyleklerin Zeynep-Kamil’i gibi :))
Gelelim Ani’ye. Suriye, Irak ve İran sınırlarında gözlemlediğim sıkı gözetime buralarda rastlamadım. Duvarlar ve gözetleme kuleleri neredeyse yok gibi yada ben denk gelmedim. Coğrafya çok çorak ve dağlık. Birde sınır hattını yarla bölünmüş dik yamaçların arasındaki nehir sağlayınca pek te gerek kalmıyor herhalde diye düşündüm. Ani Harabelerinde karşı tarafta gözetleme kuleleri vs. Çıplak gözle görülebilecek kadar yakındı. Zaten Ani Harabelerinin doğu kısmı tam sınır.
Harabeleri gezmeye girmeden bir çay molası vermek istedim. Çayımı yudumlarken 3 tane artçılı motosiklet geldi. Arkadaşları çaya davet ettim. Gerçi çayı onlar ısmarladılar. Sağ olsunlar. Ünsal Karaçomak, Mikail Bağcı ve Sezai Birinci kardeşler eşleriyle birlikte birkaç günlük tura çıkmışlar Trabzon’dan. Hoş sohbet ettik ve Trabzon’da buluşmak üzere sözleştik. Harabeleri gezdim. Görülmeli mi. Evet mutlaka 🙂 Yağmur başladığından izin isteyerek yağmurluklarımı kuşanıp sağanağa dönen yağmurla Ardahan’a kadar yol aldım. Kısa bir mola ve bu molada Petrol Ofislerinin market dekorasyonunu yapan ekipten Beykoz’lu bir kardeşle sohbet ettim ve Şavşat’a doğru yola koyuldum. Bu parkur da 177 km tuttu.
Ardahan il sınırı bitti ve dünya değişmeye başladı. Yokuş yukarı tırmanırken önce çam ormanları başladı. Tepeye ulaştığımda köylerin şekli bile değişmişti. Yamaçlara kurulu kazıklar üstünde duran kah ahşap kah betonarme evlerle dolu köyler, kartpostallardan bildiğim ama bu kadar muhteşem olduğunu tahmin bile edemeyeceğim; yüksek yüksek yeşilin birçok tonunu barındıran sarp dağlar, yer yer sis ve harika bulut dansları. Tepeden inerken önce dolu yağdı, ardından yağmur ve son son sisin ıslaklığı. Virajları söylemiyorum bile. Kısaca “Heyooo” çok değişik. Son 10 gündeki coğrafi ve sosyolojik değişiklikler tadından yenmez. Her biri kendi dinamiğinde bir ayrı güzellik. Ancak Karadeniz çok sürprizlerle dolu gibi duruyor. Süreceğiz göreceğiz :)))
Annemin baba tarafını neredeyse hiç tanımam. Dedem Ahmet Arayan Ahıska kökenli, o zaman Kars’a bağlı olan şimdilerde artık Ardahan, Sulakyurt köyünden. Devlet Demir yollarında memur olduğundan Eskişehir’de anneannemle tanışıp evleniyor. Anneannem mübadele ile çocukken Selanik’ten İzmir Bayındır’a geliyor. O da devlet Demir yollarında memur. Eskişehir’e tayin edilince dedem kapıyor çıtırı :)) Sonra uzun yıllar İstanbul. Konumuza dönersek, meğer benim Ardahan, Şavşat ve Ordu’ye yerleşik geniş bir aile bağım varmış. Bugün birinci ve ikinci kuşak kuzenlerimle beraberim. Onların misafiriyim. Yarın başka kuzenlerim de tanışmaya gelecek. Sanırım 2 gün falan Şavşat’ta kalacağım. Dedemin köyüne gideceğim. Ve gözüm yerse Gürcistan sınır kapısına da gitmek istiyorum. Yol çok uzun değil ancak Şavşat’tan Ardahan tarafına çıkmak mesafe olarak kısa görünse de aldığı zaman olarak çok uzun. Mesela Ciritdüzü köy yoluna saptıktan sonra navigasyonun verdiği 15 km yol 40 dakikaya yakın sürdü. Bir araba genişliğinden az geniş, kör virajlarla dolu, bir yanı dağ bir yanı aşağısı insanı ürkütecek kadar derin uçurum, yağmur ve rağmen gözünüzü alamadığınız muhteşem manzara…
Şimdi konforlu bir iki gün geçireceğim. Hem aile muhabbeti hem dinlenme HEM DE mont ve pantolonum yıkandı. Daha ne olsun. Allah taş eder…
Yarın akşama kadar hoşçakalın dostlar…

578 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Hakikati AramakHakikati Aramak "Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!" Francis Becon […]
  • Ben Daha Çince ÖğrenecektimBen Daha Çince Öğrenecektim “Ben daha Çince öğrenecektim,” diye düşündü yaşlı kadın, burnundaki kaymış gözlüğü iterek. Koltuğunda hafifçe doğruldu ve yanındaki sehpa üstüne duran kalın defteri eline aldı. Sayfaları […]
  • Mona Lisa’nın Teğellenmiş HikayeleriMona Lisa’nın Teğellenmiş Hikayeleri Bütün gün bir vitrinin içinde, el el üstünde, yüzünde yarım bir gülümseme ile tek başına oturmak hiç de kolay değil. Her akşam Oyuncak Müzesi kapandıktan sonra bir oh çekiyor, ayağa kalkıp […]
  • KıymıkKıymık "Kıymık az öte git hele" adlı mahsun eser. Bilenler bilir, kıymık milleti ile aram yoktur. Aram yok dediysem, bensiz yapamaz bu odun ahalisi. Şimdi sol topukta bir nar tanesi, sol […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Nisan 2024
P S Ç P C C P
« Mar    
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

Arşivler