Işık ve Karanlık

Yaşayan hücrelerin metabolik döngülerinin “kendini örgütlenmesi ” ni kontrol etmek için bir Biyosensör –Anten olarak çalışan DNA, fraktal antenlerin iki yapısal özelliğine, elektronik iletime ve öz simetriye sahiptir. Elektrik iletimi, parçacıkların vücut içindeki hareketine izin verir ve bu akış, yaşam gücümüzü üretir.
Paolo Manzelli, hücrelerdeki DNA tarafından üretilen biyo-piezo-elektrik etkiden söz eder.DNA nın , bir Bio-sensor -anten olarak UZAKTAN KUMANDA özelliğinden söz eder.
Piezoelektrik etkisi,
elektromanyetik salınımları
mekanik titreşimlere dönüştürebilen
ve bunun tersi olan maddenin özelliğine atıfta bulunur.
Paolo Manzelli’nin
“Piezoelektrik kuantum transdüksiyonu
genetik kontrolün
uzak mesafeli indüksiyonunun
temel bir özelliğidir.
Dolayısıyla nDNA’nın periyodik kristal yapısı nano ölçekli iyi bir jeneratör olabilir.”
sözleri bize;
DNA’nın Uzun mesafe bilgi sinyalizasyonu ile.
“uzaktan düzenleyici kontrolü” aracılığıyla
proteinlerin -kendiliğinden -fonksiyonel montajı arasında
ilişki olduğunu belirtir.
Aslında bir karşılıklı etkileşim söz konusu…
Zira Çekirdek DNA sının/ Nükleer DNA’nın da (nDNA)
uzaktan kontrolü,
piezoelektrik değişikliklerle belirlenir.
Bu da bize
“uzaktan genetik kontrol” ün
etkinleştirilebileceği
ve böylece bazı genetik dizilerin birleştirilebilir
veya değiştirilebilir olabileceğini düşündürür.
Hücre zarındaki Sıvı kristal yapıları,
membranın bütünlüğünü korurken
şeklini dinamik olarak değiştirmesine izin verir,
bu da kristalin
yarı iletken çip gibi
elektriksel impulslarla
rezonansta
hem yalıtım hem de titreşim yapabilmesini sağlar.
DNA molekülünün kendisi de
aynı kristalin organizasyonunu gösterir
( tıplı vücudun iskelet kemikleri gibi)
Bunların ikisi de piezoelektriktir
ve elektriksel olarak çevreden gelen
mekanik bir dürtü üzerine tepki verecektir.
Aslında her organ, bez, sinir sistemi, hücre ve protein yapısı,
bir dereceye kadar kristalin fonksiyona sahip
bir organizasyon seviyesini gösterir
ve birlikte,
genel olarak organize
ve uyumlu bir rezonans modeli oluşturan
salınımlı, rezonant bir yapı ağı oluştururlar.
Tüm bu geometrik anatomi, fizyoloji ve bilinen fizik,
insanın
titreşimsel biyokristaller olarak
daha iyi
anlaşılabilir;
Hiperuzay frekansı ile
sürekli rezonansta olan
açık sistemler
olduğunu düşündürmüyor mu?
Üstelik Vücudun metabolizması
ve çevredeki varlıklar tarafından korunan
elektromanyetik alanlar arasında
belirli bir sınır da yoktur.
İnsan bedeni de
uzayın kendisinin
daha yoğun bir kristalizasyonu
olabilir mi acaba
dedirten durum…