felsefe taşı

Hadsiz Bir Yazı

Hadsiz Bir Yazı
Temmuz 21
16:13 2021

Çok değer verdiğim bir dostumla sohbet ediyorduk geçen günlerin birinde…

Uzun zamandır tanıyordum kendisini…

Genellikle dinlemeyi, konuşmaya tercih ederdi.

Konuşurken de sözlerini hep özenle seçer, kimseyi kırmamaya azami özen
gösterirdi.

Şaşırtıcı bir biçimde, belki de ilk defa, eleştiri dozu yüksek bir
konuşma dinliyordum ondan…

Birilerini tenkit ediyordu…

Ama her zamanki zarafeti, sözlerine yansıyordu yine…

Konuşurken, insiyaki ve mütemadiyen, “Haddimi aşmak istemem”, “Haddimi
biliyorum, ama…” ifadelerini serpiştiriyordu cümlelerinin arasına…

Aynı cümle içinde tam üç defa “Haddini aşmak” tan duyduğu kaygıyı dile
getirince, artık dayanamadım…

Sözlerinin arasına girme, bir parantez açma gereği duydum…

“Bir şey sorabilir miyim?” dedim…

Gülümsedi, “Tabii ki” dedi…

“Böylesine derin haddini aşma korkusu, farkında olmadan “Biat”a
yaklaştırmaz mı insanı?”

***

Haddini bil!…

Çocukluktan başlayarak, ne çok işitmişizdir bu uyarıyı…

Devlet babadır, babaya itiraz olmaz, haddini bil…

Komutanın her zaman haklıdır, haddini bil…

Öğretmene karşı çıkılmaz, haddini bil…

Müdürünü eleştiremezsin, haddini bil…

Senin aklın ermez, sorgulama, haddini bil…

Daha gençsin, ne deneyimin var ki, haddini bil…

O senin büyüğün, saygı göster, haddini bil…

Senin fikrini soran mı oldu, sus, haddini bil…

***

“Haddini bilme”nin başrol oyuncusu “Had”, Arapçadan dilimize girmiş bir
sözcük…

TDK Sözlüğü, kelimenin Türkçe karşılığını, “Sınır” olarak açıklar.

Yani “Haddimi aşmak istemem.” diyen birisi “Sınırlarımın ötesine geçmek
istemem” der aslında…

İnsanın sınırlarını bilmesi, sınırlarına hassasiyet göstermesi elbette
ki önemlidir….

Hatta bir erdemdir.

De…

Kim çizer o sınır(lar)ı?

Kime göre belirlenir o sınır(lar)?

Kim karar verir, kişinin nerede durması gerektiğine?

Kim tayin eder o sınır(lar)ın aşılıp aşılmadığını?

Kim çeker o dikenli tel(ler)i usla söylem, tepkiyle eylem arasına…

***

Hep birileri, bazı sınırlar çizmeye kalkışır…

Ve sizi “Haddinizi” bilmeye zorlar…

Bilmiyorsanız, ya da bilmemekte direniyorsanız…

Mutlaka çıkar, size “Haddinizi” bildirmeye niyetlenen birileri…

Böyle böyle yerleşir bilinçaltına, “Haddi aşma” korkusu…

Kişi eleştirilerini yutmaya başlar…

Diline pelesenk eder “Haddimi aştıysam, özür dilerim.” ifadesini…

“Haddi aşma” korkusunu içselleştirir hayatının her alanında…

Korka korka belirtir düşüncelerini…

Konuşurken, haddini aşmış olma kaygısını bertaraf edemez.

Söyler ama pişman olur sonradan…

***

İki temel kıstas var bence o “Haddi” belirleyen…

Birincisi nezaket…

Lafını tartarak, ölçerek söylemesi insanın yani…

Maksadını aşmadan, eleştiri ve hakaret arasındaki o çok ince çizgiyi
koruyarak…

O malum sınırı çizen bir diğer unsur da bilgi birikimidir…

Yani insanın bilmediği bir konuda ahkam kesmemesi…

Boş boş konuşmaması…

Bilmediğini bilmesi, kabul etmesi…

Bu iki durum haricinde, çizilen ya da çizilmek istenen tüm sınırların,
bildirilmek istenen tüm “Hadlerin” altında kamufle edilmiş bir sindirme
teşebbüsü yatar bence…

Sesini çıkarma!…

İtaat et!…

İtiraz etme!…

Haddini bil!…

Demokles’in kılıcına dönüşür o aşılmaktan çekinilen sınır….

***

Belirttiğim nezaket ve bilgi filtresinden süzülmüş bir “Had bilmezliği”
severim ben…

Gerek gördüğüm zamanlarda, durumlarda haddimi aşmaktan da hiç imtina etmem…

Kişinin haddini bilmemesi bir özgüvendir aslında…

Ve ancak ailede kazandırılır bu yeti bireye…

Kendimi çok şanslı addederim bu hususta…

Aileyi ilgilendiren kararların oylandığı bir ortamda çocukluğumu yaşadığım…

Katılmadığım bir husus olduğunda, beni olgunlukla dinleyen, görüşümü
soran bir anne baba tarafından yetiştirildiğim için…

Bu yüzden, belki de biraz reaksiyoner bir insan olmam…

Amirinin önünde ellerini kavuşturup boynunu bükenlere tepki duymam…

Karşımdaki insanın unvanına değil, söylediklerine değer vermem…

Ve had bilmezliği yayma çabam da bundan belki de…

***

Belirttiğim ölçütler dahilinde haddini bilmeyen insanları takdir
etmişimdir hep…

Yöneticilik yıllarımda, benden farklı düşünenleri, bana muhalefet
edenleri getirirdim kurumdaki birimlerin başına…

Genel Müdürleri olmama rağmen, “Size katılmıyorum Uğur Bey” ya da “Ben
farklı düşünüyorum” diyebilme yürekliliğini gösteren personelimin önünü
açardım…

Üniversitede, derslerimi alan öğrencilerime de hep aynı cesareti
aşılamak istiyorum

Dönemin ilk dersinde öğrencilerimle sohbet ederken hep şöyle derim:

“Hiçbiriniz benimle aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz…
Katılmadığınız bir husus varsa “Hocam ben farklı düşünüyorum.” deyin lütfen…

Ve eklerim “Sizi, benim gibi düşünmeye zorlayamam. Zorlarsam,
bulunduğunuz yer üniversite olmaktan çıkar, yüksek lise halini alır.”

Eh, “Haddini bil, öğretmene karşı çıkılmaz” öğretisinin rahle-i
tedrisinden geçtiklerinden şaşırırlar önce…

Ancak bu telkinimden cesaret alan bazı öğrencilerim de olur…

Dakikalarca tartışırız…

Tezler, antitezler havada uçuşur…

Tadına doyamam o beyin fırtınalarının…

Had aşmak filan değildir bu, benim kriterlerime göre…

Eğitimcinin temel misyonu önce öğrencisinin usundaki sınırları yıkmaktır
bence…

“Ben sizin gibi düşünmüyorum” diyen bir öğrencim asla haddini aşmıyordur…

Bilakis, kişiliğini, kendisini ortaya koyuyordur…

Örselemek değil, yüreklendirmek gerekir bu çabayı bence…

***

İlginçtir, haddini aşma korkusu bir noktadan sonra “Öğrenilmiş
çaresizlik”le yüzleştirir insanı…

Pusmak kanıksanır…

Kişi gönüllü olarak, kendi kapasitesini görmezden gelmeye başlar zamanla…

Gazetecilik yaptığım yıllarda tanıştığım çok değerli bazı siyasetçiler oldu…

Hep kendilerince “Hadlerini bildiler” ve birilerini bir yerlere getirmek
için çabaladılar…

“Yahu bu kadar emek verdim, aday olmak benim de hakkım.” diyemediler…

Birlikte siyaset yaptıkları “Ağabey”leri, “Ablaları” bir yerlere gelsin
diye çalıştılar…

Birilerini, bir yerlere taşıdılar sürekli…

Samimi olduklarıma “Yahu sen neden aday olmuyorsun?” diye sorardım bazen
ikili sohbetlerimizde…

“Ben haddimi bilirim Uğur, bir gün sıra bana gelecek, ama şimdi değil.”
yanıtını alırdım…

Hep o, bir yerlere getirdiklerinin, kendilerine takdir edeceği günü
beklediler….

Gelmedi ama…

Hadlerini bildiler…

Ve siyasi kariyerlerini hiçbir makam göremeden tamamladılar…

***

Kişinin kendini bilmesinin haddini bilmesi olduğunu ileri sürenler vardır…

Kısmen katılırım bu yaklaşıma…

İnsanın neyi bildiğiyle neyi bilmediğinin arasındaki ayrımı fark
edebilmesinden…

Yani bir olgunluk halinden bahsediyorsak…

Evet, doğru kabul edilebilir bu yaklaşım…

Tevazu güzeldir…

Ama fazlası silikleştirir insanı…

Haddini bileceğim derken haddinin içine mahkûm da edebilir insanı…

Kendini aşmak isteyen insanın, sınırlarını zorlaması kaçınılmazdır bir
noktadan sonra…

***

Nitekim, Batılı düşüncenin özünü oluşturan “Aydınlanma” haddini bilmeyen
insanların eseridir…

Dindeki dogmalara, hurafelere savaş açan Martin Luther de haddini aşmıştır…

1789’da krala başkaldırarak ihtilali gerçekleştiren Fransız burjuvaları da…

Mustafa Kemal Atatürk de maaşını veren, kendisini o makama getiren
devlete başkaldırarak haddini aşmamış mıdır?

Aşmıştır…

İyi ki de aşmıştır…

İyi ki de kendisine “Haddini bilmesini” öğütleyenlere kulak asmamıştır
son tahlilde…

***

Kişi, haddini bilmek ve itaat etmek arasındaki nüansı görebildiği an,
benliğini yüceltmeye başlar bence…

Çekindiği kimseleri sorgulamaya başladığında ruhu tekamül sürecine girer…

Değerlerinin odağına muhatabının unvanını değil, fikirlerini, kişiliğini
oturttuğunda…

En derin saygı duyduğu kişinin bile yanlış düşünebileceğini kabul
ettiğinde…

Müdürü, üstü, amiri, kim olursa olsun, hataları öznesine bakmadan
eleştirebildiğinde…

Kendisinden yaşça büyük ve deneyimli olsa dahi, kimseye körü körüne
inanmaması gerektiğini gördüğünde…

Kime hitap ederse etsin, öznel düşüncesini korkmadan dile getirdiğinde…

Önünde, el pençe divan durması öğütlendiği bir kişiye “Ben sizin gibi
düşünmüyorum” diyebildiğinde…

Yani özetle “Haddini bilmediğinde” yaklaşır özüne…

“Haddini bil” diyerek parmak sallayanlara verilecek en güzel yanıt da,
budur bence…

1.240 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • AsklepiosAsklepios Tıp, oldum olası şanssız bir alandır. Hasta iyileşirse Allah’tan, düzelmez veya kötüleşirse Hekimdendir… Sağlıkla uğraşanların şanssızlığı taa Mitolojideki Tıp Tanrısı Asklepios 'tan […]
  • “Via Sebaste” Antik Roma Yolu“Via Sebaste” Antik Roma Yolu “Via Sebaste” adı verilen antik Roma yolunun kırk sene imparatorluk yapan Augustus (Octavious) tarafından özellikle Kilikyalı korsanlarla mücadele etmek amacıyla inşa edildiği mil […]
  • Köy Enstitüleri Anısına…Köy Enstitüleri Anısına… 17 Mart 1940; “Köy Enstitülerinin Kurulduğu tarih”. Zaman, zaman kendi mi sorguluyorum!..Konuşmada benden daha iyi Atatürkçü yoktur. Hepimiz ateşimizi konuşarak söndürüyoruz. […]
  • “Bilmiyorum” Diyebilmek“Bilmiyorum” Diyebilmek “Bir bilgeye, “Bir insanın akıl düzeyini nereden anlarsınız?” diye sormuşlar. “Konuşmasından” demiş. “Ya hiç konuşmazsa?” Gülümseyerek şu cevabı vermiş: “O kadar akıllı insan […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Ekim 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031  

Arşivler