Devr-î Çökûşh ya da Şölen Sofrası’nın Sonu Çöküm çöküm çöküyoruz Sultanım. Çök ayakta kalma! Yaşlandı, yoruldu, aşındı, sonuna geldi. Suçlamıyorum, ‘keşke’ de demiyorum. Olmuş, bitmişi dile getiriyorum, o kadar. Medeniyet ve düzen uğruna yaptık ne yaptıysak. İçine sığındığımız o indirgemeci mantığın marifetleri ile yaşamın her unsurunu parçada tanımlama; sebep – sonuç mantığı ile [...]
Sunay Demircan
Bilinen hikayedir, öğrenme heveslisi altı kör, ‘fil’ diye bir canlıyı duymuşlardır ve tanımak isterler. Bir bilene danışırlar, o da alır bunları filin yanına götürür, “dokunun ve tanımlayın” der. Birincisi filin karnına çarpar, “bu bir duvar olsa gerek” der. İkincisi, dişine dokunur, “sert ve ucu sivri, herhalde fil dedikleri bir mızraktır” der. [...]
Kalem manyaklığı diye bir şey olduğunu yeni öğrendim. Öğrenmek ne ki, hasta oldum hastaaa... Ciğerlerimi sirkeli sularla yıkadılar, tuz ruhuyla gargara alemine saldılar... Demet demet sarımsaklar ... Nafile. Kalem dedim, dolma dedim. Mürekkep, defter dedim. Nefes alıp vermek dışında, şu fani dünyada hiç bir nane ruhunun müptelası olmamakla övünüp, gerim gerim ortalıkta gezinen bu fani, [...]
Oyun bitti konulu mahsun eser. Ankara'nın göbeğinde, bizim mahallenin çiçekçisi. Hepsi plastik. Bir kaç yıl öncesine kadar zambak zambaktı, şebboy da şebboy. Sanki, bir zamanlar her şey daha kendi gibiydi. Ankara'da bir [...]
Ruhumuz, ne olduğunu tam da bilmediği bir özgürlük arzusuyla uçsuz bucaksız okyanusta kulaç atarken, izdüşümler sıkıştıkları zaman kıskacında kavramlara sığınırlar. İnanırlar ki, varoluş öyküleri, efsaneler, kültürler ve dillerle taşınan kavramlar [...]
Ne bilecen abey? Konulu mahsun eser. Geçenlerde Ankara'da yıllardır görmediğimiz dostlarımızla buluştuk. Hasret, hasret, hasret... Özlemişiz tabii ama merak da var işin içinde, bunca yıldır kim neler yaptı, çoluk çocuk ne [...]
Ekim başında Toros Dağları’ndaydım yine. Önümüde Binboğalar Dağları, çevre fırdolayı sedir ağaçları. Manzara öyle böyle değil. Yaşar Kemal satırlarıyla çizilmiş bir dünyada, dere kıyısına uzandık, taze ceviz yiyip muhabbet ediyoruz. Büyük tatil [...]
Bir sakız al, çiğne biraz. Sonra iki parmağının ucunda bir iki yuvarla. Sıkıştır afedersin, iyice. Yapışsın parmaklara. Yavaş yavaş aç parmakları, koparmadan ama sakızı. Bir parmak doğum, diğeri ölüm. Arada uzayıp [...]
Dolma kalem manyaklığı diye bir şey olduğunu yeni öğrendim. Öğrenmek ne ki, hasta oldum hastaaa... Ciğerlerimi sirkeli sularla yıkadılar, tuz ruhuyla gargara alemine saldılar... Nafile, geçmiyor. Kalem dedim, dolma dedim. Mürekkeple, defter dedim. Nefes [...]
Sene 1795. Ne sen varsın, ne de ben. Sanki şimdi varsın…? Tamam, tamam … felsefe yapmayalım, konumuza girelim. Sene 1795, Fransız hükümeti bir duyuru yapar, “gıdaların bozulmadan saklanmasını bulana acayip bir para verilecektir…” Ödülü [...]