felsefe taşı

Martı

Martı
Haziran 22
16:36 2015

Martı romanını ve Jonathan Livingston’ın müthiş hikayesini bilmeyenimiz yoktur sanırım. Kitapta Jonathan diğer martılardan farklı bir martıdır. Diğer martılar gibi uçmak istememekte o farklı uçma yolları denemektedir. Sürekli olarak bunun için çalışır ve sonunda başarır. Bunun üzerine Jonathan, Martı toplumundan gelenekleri bozduğu için sürgün edilir. Ancak öğretmeni ya da rehberi olan tecrübeli martı Sullivan onu alıp bütün martıların onun gibi uçtuğu ve düşünce gücüyle bir yerden bir yere kendilerini yollayabildikleri başka bir dünyaya götürür. Orada Jonathan’ı farklı uçuş teknikleri ve düşünce yoluyla bir yerden bir yere ulaşma teknikleri konusunda eğitir. Jonathan önce öldüğünü ve cennete gittiğini sansa da o dünyanın cennet olmadığını kısa sürede anlayacaktır! Kendisi ise bu dünyadaki görevini tamamladığını Jonathan’ın artık bu işte ustalaştığını söyleyerek bir üst dünyaya geçeceğini ifade eder ve yok olur. Artık Jonathan hem acemi martılara nasıl ışınlanacaklarını öğretecek hem de rehberinin izinden bir sonraki noktaya kendi de ulaşmaya çalışacaktır. Yani önce öğrenci sonra öğretmen ama sonra yine öğrenci olacaktır. Ancak bunu o üstün martıların olduğu dünyada değil de dışlandığı kendi dünyasında kendi halkı içinde yapmak ister! Çünkü belki onun gibi başka martılar da vardır orada!!

Richard Bach Martı romanında bize ve bilinç altımıza inanılmaz bir gönderme yapmaktadır. Kendi içimizin katmanlarından geçerek düşüncelerimizi yoğunlaştırdığımızda gitmek istediğimiz noktaya ulaşacağımızı söyler. Ama gidilecek olan o nokta kendi derinliklerimiz, kendi özümüz, sonunda kendi gerçek kendimizle karşılaşacağımız kendimizdir. Richard Bach bize Delphi mabedinin girişindeki Kendini Bil yazısının ve bütün antik ve günümüze dek ulaşmış ezoterik öğretilerde söylenen Kendini Tanımak teriminin gerçeğinin pratikte nasıl yapılması gerektiğini inanılmaz bir ustalıkla anlatıyor. Gitmemiz gereken yer kendi varlığımızın özüdür, kendi mağaramız ya da kendi mabedimiz. Buna ulaşmanın yolu bütün karanlık düşüncelerden sıyrılmak, kendini sadece ışığa emanet etmek, kendi içine yapacağın zorlu yolculukta her katmandan geçerken üstündeki bütün maddi yüklerden tek tek sıyrılmaktır. Öyleyse bizler kendi içimizdeki bu yolculuğu aslında manevi bir mekan olan mabette yapmalıyız ve o mabedin var olabildiği tek yer vardır, o da kendi vicdanımızdır. O zaman kendi içimiz, mağaramız, derinliklerimiz, aslında kendi mabedimizdir. Bu mabette kendimize doğru yürüyüşümüze aslında insanın yolculuğu diyoruz. Varacağımız yer hiç kuşkusuz kendimizi bulacağımız yerdir ve aslında insanlığımıza da gerçek anlamda orada ulaşacağız sanki.

Biz kendi içimizde dış dünyanın maddi varlıklarına karşı bir duvar örmekle yükümlüyüz. Bu duvar her bir birey için pürüzsüz olmalı ki diğer duvar parçalarıyla bir araya geldiğinde hepsi birbirine denk biçimde yan yana düzgün tek bir duvarı oluştursun. Öyleyse her bir birey kendi mabedinde kendisi için kendini insanlaştırmak için yaptığı yürüyüşte aslında bütün diğer bireylerle yan yana omuz omuza gelerek pürüzsüz bir yapı oluşturmaya çalışıyor demektir. Bu pürüzsüz yapıdaki yerimizi aldığımızda bütün ya da insanlık mabedinde bir küçük taş olarak yerimizi almış oluyoruz.

Bu mabede yani kendi mabedimize ya da mağaramıza bir noktadan giriyoruz ve bu mabette kendimizi yeniden oluşturmaya çalışıyoruz demektir. Bize yardımcı olan bazı manevi rehberlerimiz de biz yolculuğumuza başlarken kendi yolculuklarının bir kısmını bitirmiş oluyorlar ve tıpkı Martı kitabında anlatılan gibi kendi yolculuklarını daha ileri bir seviyede sürdürmek üzere yeni bir aşamaya geçiyorlar. Biz ise onları çıktıkları o kapıdan girebilmek için yolculuğumuza başlarız. Ama onlar da girdikleri kendi içlerindeki mabedin yeni kapısında bir acemidirler belki de ve bir sonraki kapıya geçmek için bizim şu anda tahayyül edemediğimiz bir yolculuğa başlamış olabilirler.

Evet bu bir yolculuktur. Işığa doğru yaptığımız yolculuk. O zaman mabet içinde geçirdiğimiz her an bizi karanlığın kirlerinden arındıran birer mihenk taşıdır. Ulaştığımız her mola yerinde biraz daha temizlenerek yürüyoruz. Öncelikle burası kendi içimiz demiştik, öyleyse kendi içimizde kendi hesaplaşmamızı yapmalıyız önce, aynaya bakıp gerçekten kim olduğumuzu kimseye değil, kendimize söyleyebilmeliyiz. Kendi hatalarımızı kendimize itiraf edebilmeliyiz ve geçmişte kalan herkesten ama herkesten özür dileyip onların da bizi affetmesini onlardan içsel olarak isteyerek yönümüzü ışığa bakacak şekilde çevirmeli ve bu sert ve acımasız yolculuğa hiç bir korku duymadan çıkabilmeliyiz. Yolculuğumuzda bize yanında yürüdüğümüz yoldaşlarımız muhakkak yardım edeceklerdir, onları kardeşlerimiz ve rehberlerimiz olarak tanıyoruz ama bunların da birer sembol olduğunu düşünürsek, onlar acaba gerçekte kimlerdir ki, bize ışığa ulaşmamız için yardım etmekteler? Sanırım bolca düşünmemiz gereken bir soru bu.

Yolculuğumuz sırasında aklımızdan çıkarmamız gereken bir diğer konu da aklımız olmalıdır. Aklımızı ön plana koymamız, rasyonel olmamız bu yolculukta en önemli unsur olan mistisizme kaymadan bilinç altımıza bile bilinçli bir şekilde uzanmak gerekliliğini hiç unutmamamızı gerektiriyor.

Tıpkı Jonathan gibi varacağımız noktaya düşüncelerimizde varacağız, maddi varlığımızla değil, ama öyle olsa da ve bu yolculuk yalnız bir yolculuk olsa da yine de kardeşlerimize ihtiyaç duyabiliriz çünkü böyle ortak akılla, güçlerimizi birleştirerek bir üst dünyayı elde etmeye hak kazanabiliriz. Öyleyse bu içinde bulunduğumuz mabet aslında ölümdür belki de, ama bu tür öğretilerde semboller önemli olduğuna göre ölüm bir sembol müdür? Aslında ölmüyoruz da daha yaşarken bu yolla ölümün ne olduğunu mu öğreniyoruz dersiniz? Eğer öyleyse o zaman Martı öyküsünde de anlatıldığı gibi rehberimiz ve kitabın sonunda Jonathan sonraki aleme göçtüler yani öldüler demektir ama daha maddi kabuğumuz içinde ölmeyi öğrenmişsek, gerçekten öldüğümüzde de belki yeni bir mabette ya da dünyada tekrar doğmayı da öğrenmiş olabiliriz.

Ancak şu da bir gerçek ki, bu yolculuk asla bitmeyen bir yolculuktur, evrenin başlangıcındaki büyük patlama gibi zamanın içine ve ötesine yayılmış, her bitişke kendi yeni başlangıcını bulan bir büyük yolculuktur bu, hayatın ölümden, ölümden hayatın doğuşu gibi, kendi mabedimizden yeni bir mabet doğurmayı öğrenene kadar süren…

18.813 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Ekmeğin PeşindeEkmeğin Peşinde Atılan simit parçasını yakalamak için hızla daldı. Simit gagasındayken diğer arkadaşlarına baktı. Hepsi atılan simitleri yakalamaya çalışıyordu. Ekmeğinin peşinde bir martı […]
  • Kazı – KazanKazı – Kazan Düşmüş insanın varoluş şiarı bu. Kazı - kazan. Ne kadar çok kazırsan, o kadar çok kazanıyorsun. Garip değil mi? Ama, gelin biz önce üveyiği tanıyalım. Üveyik, güvercingillerden […]
  • Tarihten bir “kaset vakası”Tarihten bir “kaset vakası” Buyurun, tarihten bir "kaset vakası". Hikayemiz eskiden, çoook eskiden... Daha kaset kaset değilken, dünyada sevginin dirhemle dağıtıldığı günlerden. O günlerde ABD'li beyazlar […]
  • Kurban BağışıKurban Bağışı Aslında kurban geleneği çok eski, ve bazı örgütlü dinler bu eski geleneği devam ettirmişler. Hz. İbrahim’in bir rüyasının gereğini, Musevilere göre İshak, Müslümanlara göre İsmail isimli […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler